miraç.jpg-Miraç Hadisesi- Detaylı Anlatım-kuran bahcesi.blogspot.com
Bundan sonra, hurma ağaçları çok olan yere vardık. Cebrail bana:
- İn, burada namaz kıl.
Dedi. İndim; orada namaz kıldım. Cebrail bana sordu:
- Bu namaz kıldığın yeri bilir misin?
- Bilmem.
Deyince şöyle söyledi:
- Burası Tayyibe'dir. (Medine-i Münevvere) Yakında siz buraya hicret edeceksiniz.
Bundan sonra beyaz bir yere geldik. Cebrail yine:
- İn, burada namaz kıl.
Dedi. İndim, burada da namaz kıldım. Cebrail bana sordu:
- Nerede namaz kıldığını biliyor musun


 

- Bilmiyorum.
Deyince şöyle anlattı:
- Burası, Medyen'de Musa'nın a.s. ağacının altıdır.
Devamla şöyle anlattı:
Musa'yı a.s. Firavun öldürmek istediği zaman kaçtı; Medyen'e geldi. Medyen'in dışında ki bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü. Yine gördü ki: İki kız o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını sulamak için çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa a.s. o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu; durumu öğrendi.
Bundan sonra, kendi yorgunluğuna bakmadan, içinden:
- Bu işte büyük bir ecir vardır.
Diyerek, o kızların koyunlarını suladı; sonra bir ağaç altına gelip ibadet eyledi. İşte bu ağaç o ağaçtır. Ki: Onun altında namaz kıldın.
Burayı geçtikten sonra başka bir yere geldik; Cebrail şöyle dedi:
- İn burada namaz kıl.
İnip namazımı kıldıktan sonra, Cebrail sordu:
- Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?
- Bilmiyorum. 
Deyince şöyle anlattı:
- Burası Tur-u Sina'dır. Yüce Hakkın Musa'yı a.s. kelâm ve münacaat nimetine erdirip şereflendirdiği yerdir.
Sonra, bir başka yere vardık; burada bir köşk gördüm. Yine Cebrail bana:
- Burada da in namaz kıl. Burası İsa'nın a.s. doğduğu köşktür.
Dedi. İndim namaz kıldım.
Burada bir cemaat gördüm; ekin ekiyorlardı. Ektikleri anda, bir tanesinden yedi yüz tane hasıl oluyordu.
 - Bunlar kimlerdir?
Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:
 - Bunlar Allah yolunda mallarını harcayan ümmetlerdir.
Bir başka cemaat daha gördüm: Melekler bunların başını taşla eziyordu; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı; tekrar o ezilen başlar bütün oluyordu. O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sorunca Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar, senin ümmetinden namazı terkedenlerdir. Bir de, rükudan kalkarken, secdeden kalkarken; başlarını tam doğrultmayıp rüku ve secdeleri birbirine karıştırıp namazı düzensiz tertipsiz kılanlardır.Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler. Çevrelerinde ateşten otlar bitmişti. Melekler onları hayvan güder gibi, o ateşten otları yemeğe sürüyorlardı. 
-Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
Bunlar, ümmetinden mallarının zekâtını vermeyenlerdir. Fakirlere, zaiflere, çaresizlere, yetimlere, dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir.Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler duruyordu. Bir taraflarında da kokmuş murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes yemeklerden yemiyor; hatta dönüp bakmıyor; o kokmuş murdar etten yiyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helâlinden kadını dururken; haram olan zina ve benzeri günahları irtikâp edenlerdir.
- Bundan sonra bazı adamlar gördüm; odun yığmışlardı. O odunları kaldırmak istiyorlar; ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı; kaldırmak istiyorlardı. Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı.
- Bunlar kimlerdir? 
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
Bunlar, senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır. Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken, kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar. Dünyaya ve dünya malına muhabbet edip artırmak için gayretle çalışıyorlar. 
Bundan sonra, koca bir taş gördüm; küçük bir deliği vardı. O delikten bir yılan çıktı; büyüdü. Döndü, yine o deliğe girmek istedi. O deliğe sığmadı; şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı.
- Bu nedir?
Dediğim zaman, Cebrail şöyle anlattı: 
O taş, ümmetin gövdelerine misâldir. O küçük delik ise, ağızlarıdır. O yılan ise; yalan, fuhuş, haram ve gıybet olarak söyledikleri kelâmlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra, o kelâmları yutmak mümkün olmaz. Hatta, o kelâmlarından dolayı, dünyada ve ahirette ceza görür; azar işitir; hesaba çekilirler. Ümmetine söyle: Ağızlarını kötü söz, haram ve dil afeti sözlerden tamamen korusunlar. Böyle etsinler ki, selâmet bulalar.
Bundan sonra, bir şahıs gördüm; kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle kovayı kuyunun ağzına getirdiği zaman, içinde hiç su bulamıyordu. Zahmetten başka eline bir şey geçmiyordu.
Bunun durumunu da sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Amellerini Allah için halis etmeyip riyakârlık edenlerdir. Dünyada zahmet çekip amel işlerler; ama riya ile. Âhirette, bu amellerinden ötürü, kendilerine hiç bir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.
Bundan başka bir kavim daha gördüm; sırtlarında çokça yükleri vardı.
Üzerlerinde ki yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; halka:
- Üzerimize yük vurun. 
Diye teklif ediyorlardı.
Bunlar kimlerdir?
Diyerek sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar insanların bıraktığı emanete hiyanet edenlerdir. Boyunlarında bu kadar yük varken, durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal talep ederler.
Bundan başka bir kavim daha gördüm; dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı. Onların uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını, melekler ateşten makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe onların dilleri ve dudakları yine uzuyor; sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar ümmetin içinden çıkıp insanları beğlere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir. Yalanlarını tasdik ettiriponları yapacakları zulümden almak şöyle dursun; bu yolda müdahale edenlerdir.
Bir cemaat daha gördüm; melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve:
-Yiyin. 
Diye emrediyorlardı. Onlar iğrenip yemek istemedikçe, melekler onları dövüyor ve zorla:
- Yiyin.
Deyip yediriyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
Bunlar, ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir.
Bundan sonra, bir kavim gördüm; yüzleri siyah, gözleri mavi idi. Alt dudakları ayaklarına inmişti; üst dudakları da alınlarına bitişmişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu.Bir ellerinde ateşten şişe var; bir ellerinde de ateşten kadeh. Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip kaynıyor. Melekler de onlara:
- İçin.
Diye zorluyordu. Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman, onun kaynar şiddetinden, murdar kokusunun kötülüğünden, dayanamayıp himar gibi bağırıyorlardı. O melekler ise, onları dövüyor, zorluyor ve içiriyorlardı.
-Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar şarap içenlerdir.
Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış, suretleri domuz suretlerini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap sarmıştı.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar ümmetinden yalan yere şahitlik edenlerdir. Hakkı iptal edip Allah'ın kullarına zulüm edenlerdir.
Bunlardan başka bir güruh gördüm. Karınları şişip aşağı sarkmıştı. Ellerine ve ayaklarına köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor; yere yıkılıyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir. Yani:Ümmetin arasında.
Bundan sonra bir kısım kadınlara rastladım. Bunların yüzleri kara olmuş; vücutlarına ateşten elbiseler giydirmişlerdi. Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı. Köpekler gibi uluyorlardı. 
Bunların kimler olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar öyle kadınlardır ki, zina eder ve kocalarına eza cefa ederler.Bundan başka birtakım kimseler gördüm ki, bunlar ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar; tekrar boğazlıyorlardı. Daima böyle azab ediliyorlardı.
Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunlar ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.
Bunlardan başka bir zümre daha gördüm ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından, burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı ateşten sopa vardı. Bu sopa ile, daima ve hiç durmadan o taifeye azab ediyorlardı. Şu manalı tesbihi okuyorlardı.
Kadir MuktedirAllah sübhandır. Düşmanlarından intikam alan Allah sübhandır. Yüce sultan Allah Sübhandır.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum: Cebrail şöyle anlattı:
Bunlar, dilleri ile iman izhar edip kalpleri küfür ve nifak dolu olan münafıklardır.
Bundan sonra bir bölük kavme rastladım. Gördüm ki: Bu taife ateşten bir vadide hapsolmuşlar; ateş bunları yakıyor. Ama tekrar tazeleniyorlar; yani: Vücutları yerine geliyor, yine ateş yakıyor. Böylece azab oluyorlar.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
Bunlar analarına, itaat ve tazim etmeyip asi ve karşı gelen kimselerdir.Bundan sonra bir bölük kavme daha rastladım. Bunlar göğüsleri üzerine ateşten tabaklar koymuşlar; melekler de onlara sopalarla vurup azab ediyorlar.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinden saz çalıp halka name söyleyip çalgıcılık edenlerdir.
Bundan sonra korkunç bir gürültü işittim.
- Bu gürültü nedir?
Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:
Cehennem kenarından bir taş içine düştü. Üç bin yıldır aşağıya doğru gidiyordu; şimdi dibine vardı. Onun gürültüsü.
Bu taş üzerine şöyle beyan olundu:
Adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen; yirmi dört saatte yere iner. Halbuki bu mesafe beşyüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki, adam başı kadar taş yirmi dört saatte beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş üç bin yılda ne kadar yıllık yol alır? Bunu düşünüp cehennemin derinliği ne kadardır anla. Buna göre de, cehennemden Allah'a sığın.
Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- Bundan sonra bir başka vadiye vardım; buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler geliyordu.
Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı:
- Cehennemin kokusudur. Hele dinle, ne söylüyor.
Dinledim cehennem şöyle diyordu:
- Ey benim Rabbim, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim, dikenlerim, prangalarım, kızgın sularım, irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı. Derinliğim gayet derin oldu. Artık bana vaad ettiğin kullarını gönder türlü azaplarla onlara azap edeyim.
Onun bu dileğine karşılık Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım. Bana şirk koşan herkesi, beni ve peygamberimi inkâr eden kafirleri, habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım.
Yüce Hakkın bu vaadine cehennem razı oldu ve şöyle dedi:
- Razı oldum ya Rabbi.
Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geldi.
Bu güzel kokular nedir?
Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:
- Burada Firavun'un karısını keseleyen kadının ve kızlarının kabri vardır. Buraya cennet yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur.
Bu keseci kadının hikayesi şöyledir:
- O keseci kadın, Musa'ya a.s. gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler; hiç duyurmazdı.
Her zaman olduğu gibi bir gün, Firavun'un kızının saçlarını altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü; eğilip alırken yavaşça;
Bismillah.
Diyerek tarağı aldı. Ama ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu.
Firavun'un kızı onun dediğini işitince; şöyle sordu:
Allah.
Diye andığın babam mıdır?
Ama, o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı:
- O andığım şanı büyük Allah'tır. Benim, senin, babanın Rabbi ve halıkıdır. Öyle Yüce Haktır ki, nimeti her yana yaygındır; ondan başka ilâh yoktur.
Onun böyle demesine karşılık Firavun'un kızı şöyle dedi:
- Senin babamdan başka Rabbin var mıdır?
Keseci kadın şöyle anlattı:
- Senin baban mahluktur. Benim Rabbim senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan tek yaratıcıdır. Daimi varlıktır; evveli ve âhiri yoktur.
Kız şöyle dedi:
- Şimdi babama haber vereyim mi ki, sana ceza versin? Korkmuyor musun?
Keseci kadın kızın bu sözüne karşı şöyle dedi:
- Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın.
Bundan sonra kız gidip babasına haber verdi. Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu:
- Senin benden başka Rabbin var mıdır?
Keseci kadın şu cevabı verdi:
_ Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Âlemlerin Rabbidir!
Firavun keseci kadıma öfkelendi ve şöyle dedi:
- Tez bana secde et. Ve bana:
Rabbim'sin.
De. Yoksa seni, şimdi şiddetli azab ile azaba sokar ve helâk ederim.
Keseci kadın Firavun'un o sözüne karşılık şöyle dedi:
- Ne türlü azab etmek istersen et. Senin azabın dünya azabıdır. Ölür. kurtulurum. Rabbimin nimetine ve lutfu keremine mazhar olurum. Ben hak dinimden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinimin yolunda feda ederim.
Bundan sonra Firavun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve şöyle dedi:
- Dininizden dönün, yoksa hepinizi öldürürüm.
Daha başka tehditler de savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç korkmadılar; şöyle dediler:
- Biz dinimizde sabit kalacağız. Sen ne çeşit azab etmek istersen et.
Bundan sonra Firavun, bir büyük kazan içine su doldurttu. Altına da ateş yaktırdı. Su şiddetle kaynamaya başladı. Emir verdi: Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı. Sonra onlara hitaben, şöyle dedi:
- Şimdi bana tapın. Yoksa cümlenizi kazanın içine atar; öldürürüm.
Şu cevabı verdiler:
- Bildiğinden geri kalma, hemen kazanın içine at.
Firavun emir verdi; önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan sonra çocuklarını peş peşe kazan attırıp öldürdü. En son yeni doğan bir çocuğu vardı; onu bıraktı. Çocuğunu getirtti ve kadına şöyle dedi:
- Bana tapacak mısın? Yoksa bunu da atayım mı?
Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti; içinden şöyle geçirdi:
- Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavun'u dil ucu ile aldatayım. Yeter ki bu masum kurtulsun. 
İşte bu anda, Vahid Ferd SamedYüce Hak o çocuğa konuşma ihsan eyledi; söylemeye başladı.
Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır; onların biride budur.
Şöyle konuştu:
- Anacığım sabret; bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü sen hak üzeresin; Firavun'da batıl üzeredir. Bir nefes sabret; bu fani alemden halas olur; ebedi nimete ve sonsuz zevke vasıl oluruz.
 Firavun o çocuğun söylediğini işitince:
- Tez kazan atın.
Dedi; o masumu da kazana attırdı.
Bunun üzerine o keseci kadın, Firavun'a hitaben şöyle dedi:
- Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.
Firavun sordu:
- Ne istersin?
Keseci kadın şöyle anlattı:
- Acele olarak beni de kazana atın. Bundan sonra bir çukur kazın. Beni ve kocamı, çocuklarımızı hepimizi o çukura doldurun üzerimizi toprakla örtün. Bizi birbirimizden ayırma.
Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip onu da kazana attırdı.
Sonra bir çukur kazdırdı. Hepsini o çukura doldurdu.
Daha toprakları üzerine tamamen örtülmeden, Gani Kerim Rahman ve Rahim olan Yüce Allah, ki onun nimeti her şeye şamildir ve kendisinden başka ilâh yoktur; cennat-ı aliyattan tabaklar içinde türlü yemişler ve hediyeler gönderdi. Rahmet çeşidi ile onları lütfuna mazhar eyledi. İşte bu güzel kokular, o yemişlerin kokularıdır.    
Bundan sonra bir vadiye vardım; orada latif rüzgâr esiyor ve güzel kokular geliyordu. Sordum:
- Bu sesler neyin sesidir? Ve ne söylüyorlar? Bu latif rüzgâr ve güzel kokular neyin kokusudur?
Cebrail şöyle anlattı:
Cennetin rüzgârı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız.
Dinledim; cennet şöyle diyordu:
- Ey benim Rabbim, bana vaad ettiğin kullarını gönder. Köşklerim, kalın ve ince dibalarım, ipeklilerim, döşemelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim, anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kâselerim ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarımhuri,gılman , vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gyet çoğaldı. Vaad alan kullarını gönder ki türlü nimetlerinle nimetlendiripikramınla ikram edeyim. Türlü türlü lutuflarınla muazzez ve muhterem edeyim.
Cennetin bu dileğine karşılık Yüce Hakkın şu güzel hitabı geldi:
Ey Cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhid eden, rasullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu, hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu veririm. Her kim bana borç verirse, (Allah rızası için fakirlere, çaresizlere, mutaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan mallar) ona kat kat mükâfat veririrm. Her  kim işlerini bana bırakır; cümle işlerini bana ismarlayıp tevekkül ederse onun bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim; benden başka ilâh yoktur. Ben cümle vaadimi yerine getiririm. Vaadimden dönmek olmaz. Gerçek şu ki: Bütün müminler felâh bulmuşlardır.Yaratıcı olarak da en güzel Allah'ın şanı pek yücedir.
Bu güzel hitap üzerine cennet şöyle dedi:
- Razı oldum, ya Rabbi.
Ve. Resulüllah S.A. efendimiz, Mescid-i Aksa'ya varıncaya kadar nice nice acayip işler gördü. Ancak meşhur olanlar bu kadardır; dolayısıyla bu kadarla yetiniyoruz.

                                                                                                               Devamı 3. Bölümde...