kuran.png-Kuranın Özellikleri-kuranbahcesi.blogspot.com
“Harfleri bir araya getirip seslendirmek, okumak” manasına gelen Kur’ân kelimesi, genel kabule göre vahiy kaynaklı diğer kutsal kitapların temel kurallarını ve bilgilerini bir araya getirdiği, ihtiva ettiği için Hz. Peygamber’e gönderilen kitabın adı olmuştur. Terim olarak yapılan tanımları, “Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla Arapça olarak indirilen; Allah’tan geldiği, ezberden ve yazılı olarak aynıyla intikal ettiği konusunda şüphe bulunmayan, müslümanca yaşamak isteyenler için hayat kılavuzu olan ilâhî kitap şeklinde özetlemek mümkündür.
Bu tanımda geçen unsurlar aynı zamanda Kur’ân’ın özellikleri olduğundan bunların sırasıyla açıklanması, onun tanınmasını ve tarifin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.


1. Peygamber
Allah Teâlâ kullarına, dilediği bilgileri ve talimatı iletmeleri için bazı insanları seçmiş, onları yüklenecekleri vazifeye uygun ahlâk, yetenek ve güçlerle donatmıştır. Kur’ân’da nebî ve resul olarak anılan bu kişiler için dilimizde peygamber kelimesi kullanılır. Aslı Farsça olan “peygamber” kelimesinin İslamî kaynaklardaki karşılığı “nebi” (çoğulu, enbiyâ) ve “resûl” (çoğulu, rüsul)’dür. “Nebi” kelimesi sözlükte; “haber ve bilgi alan/getiren, yüksek ve şerefli”; “resûl” kelimesi ise “elçi, aracı” demektir.
Dinî bir terim olarak; “Allah’ın mesajını insanlara ileten, hak dini tebliğ eden” kimse anlamına gelir.
“Nebî” ile “resûl” arasında fark olduğunu, yeni bir kitap yeni bir şeriat ile gönderilen peygamberlere “resul-mürsel” önceki bir resûl’e gönderilen kitap ve şeriatı tebliğ ile görevlendirilenlere de “nebî” dendiğini söyleyen bilginler olmuştur (Tehânevî, Keşşâfü Istılâhâti’l-Fünûn, Lübnan, 1996, I, 860, II, 1681).
Kur’ân’da resuller gibi nebilere de kitap, hüküm ve hikmet verildiği bildirilmektedir. (bk. Bakara, 2/213; Âl-i İmrân, 3/70, 81; Câsiye, 45/16; Ankebut, 29/27; Hadîd, 57/26).
“Resûl” ile “nebi” kelimelerinin geçtiği ayetler birlikte değerlendirildiğinde her ikisinin de ortak niteliklere sahip olduğu görülmektedir. Bu nitelikler; kendilerine kitap, hikmet, nübüvvet ve hüküm verilmesi ve vahyedilmiş olması, uyarıcı ve müjdeci olmalarıdır (bk. Âl-i İmrân, 3/79, 81; Nisâ, 4/163-165; Ahzâb, 33/34-35; Hadîd, 57/25-26; Hac, 22/52). 
Peygamberlerde beş ortak nitelik bulunur: Nâdiren işledikleri ve “zelle” denen hataları dışında günahtan korunmuşlardır (ismet), akıllı ve zekidirler (fetânet), Allah’tan aldıkları vahyi kullara olduğu gibi iletirler (tebliğ), her bakımdan güvenilir kişilerdir (emanet), özü sözü bir, dürüst insanlardır (sıdk).
İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den son peygamber (hâtemü’l-enbiyâ) Muhammed Mustafa’ya kadar birçok peygamber gelip geçmiş; bunların bir kısmına küçük, bir kısmına da büyük hacimli kitaplar gönderilmiştir (vahiy). Âdem’e 10, Şît’e 50, İdrîs’e 30 ve İbrâhim’e 10 olmak üzere 100 sahîfe (bk. Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 489; Âlûsî, XV, 141-142) ile Tevrat, Zebûr, İncil ve Kur’ân isimleriyle anılan dört büyük kitap, isimleri ve miktarları kutsal kaynaklarda ve şifahî rivayetlerde bildirilen vahiyler, yani peygamberlere indirilmiş kitap ve sayfalardır (bk. A‘lâ, 87/18-19). Bunların sonuncusu, son peygamber Hz. Muhammed’e gelmiş bulunan Kur’ân-ı Kerîm’dir.

2. Vahiy
Sözlükte vahiy “süratlice ve gizlice bildirmek”tir. Bu kelimenin, “üstü kapalı sözle, söz sayılmayan seslerle, organların işaretleriyle, yaratılışta belli bir bilgi ve beceriyi varlığın özelliği kılmakla, yazıyla ve şeytan, cin gibi maddî olmayan şuurlu varlıkların zihinlere soktukları hayal ve fikirlerle (vesvese) bildirme” gibi anlamlarda kullanımları da vardır.
Terim olarak vahiy, “Allah’ın peygamberlerine ulaştırdığı sözü, kelimesi, kelâmıdır. Yine Allah’ın kendisine yakın kullarına (velî) ya doğrudan veya melekler aracılığı ile ulaştırdığı bilgiler ve sözler için de (aşağıda örneği görüleceği gibi) vahiy kelimesinin kullanıldığı olmuştur. Ancak bunlar için yaygın olarak ilham terimi kullanılır. İlhamın değeri sübjektiftir; Peygamber’e gelen vahye aykırı olmamak şartıyla kime gelmişse onun için geçerli ve dayanak olabilir (Sadrüşşerîa, et-Tavdîh, II, 15).
Kur’ân’da vahiy ve aynı kökten fiiller, “vahyetmek, ilâhî sözü, bilgiyi ulaştırmak” mânasında çok sayıdaki âyette kullanılmaktadır. Vahyin birden fazla şekli vardır:
a) Vahiy meleği Cebrâil belli bir şekle (meselâ bir insan şekline) girerek gelir, başkalarının da duyup anlayacağı tarzda ilâhî sözü peygambere ulaştırır ya da kendine mahsus şekliyle yalnızca peygambere görünür ve sözü onun işitmesine uygun olarak kendisine ulaştırır. Hadis kitaplarının vahyi anlatan bölümlerinde bu vahiy tarzının örneklerinden bahsedilmiştir.
b) Hz. Mûsâ’ya Tûrisînâ’da ve mukaddes vadide gelen vahiyde olduğu gibi, ulaştıran görünür bir aracı olmaksızın ilâhî söz işitilir (Meryem, 19/52; Kasas, 28/46; Tâhâ, 20/12). Bu tarz bir vahye mi‘racda Hz. Peygamber de muhatap olmuştur.
c) Söz kalbe ve zihne doğrudan veya Cebrâil (Rûhulkudüs) aracılığıyla iletilir, gönderilir. Hz. Peygamber böyle bir iletişimi şu hadisinde dile getirmiştir:
Rûhulkudüs kalbime şu bilgiyi getirdi: Hiçbir kimse rızkını tüketmeden ölmeyecektir. Şu halde Allah’tan korkunuz ve rızkınızı güzel, meşrû yollardan talep ediniz. Rızkın gecikmesi sizi Allah’ın emirlerini çiğneyerek onu elde etmeye itmesin. Çünkü Allah’ın katında bulunanlar ancak O’na itaatle elde edilebilir” (Heysemî, Mecma‘u’z-zevâ’id, II, 71,72).
d) “Mûsâ’nın annesine, ‘Başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak...’ diye vahyettik” (Kasas, 28/7) meâlindeki âyette olduğu gibi Allah’ın iradesi ilham yoluyla bildirilir. Burada vahiy ilham mânasında kullanılmıştır.
e) “Ve rabbin bal arısına şöyle ilham etti...” (Nahl, 16/68) âyetinde bildirildiği gibi Allah, bazı yaratıklarını belli bir bilgi ve beceriye programlamış, bu bilgi ve eylem biçimini onların tabiatlarının bir parçası, temel özelliği kılmıştır.
f) Rüya yoluyla bildirilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Vahiy kesildi, sona erdi, geriye yalnızca mübeşşirât kaldı. Bu da doğru bilgi getiren rüyalardır, bunu mümin görür veya ona gösterilir” (Buhârî, “Ta‘bîr”, 20; Müslim, “Salât”, 207-208). Bu maddede geçen vahiy de ilham mânasında ki vahiydir. Hz. Peygamber’e vahiy sâdık (doğru çıkan) rüyalarla başlamıştır. Ancak onun gördüğü rüyaları diğer müminlerin gördükleri rüyalarla karıştırmamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber’in vahiy mahiyetindeki rüyasının sabah aydınlığı gibi açıkça doğru çıktığı hadiste bildirilmiştir (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; ayrıca bk. İbn Kayyim, Zâdü’l-me’âd, I, 78-80).
Şûrâ sûresinin 51. âyeti, vahyin yukarıda geçen bütün şekillerini ihtiva etmektedir: “Herhangi bir insanla Allah’ın konuşması ancak vahiy ile veya perde arkasından ya da bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyetmesi şeklinde olabilir.” İlham ve rüya yoluyla olanlar “vahiy ile” kısmına girer. Programlama insana değil diğer bazı varlıklara ait olmakla beraber bunun için “Rabbin bal arısına ilham etti” (evhâ) ifadesi kullanıldığından (Nahl, 16/68), o da bu kategoriye dâhildir. Getireni görmeden sözü işitme şekli “perde arkasından” kısmına, Cebrâil’in belli bir şekle girerek ilâhî sözü ulaştırması “bir elçi gönderip...” kısmına aittir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vhy” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de vahiy hem sözlük anlamında hem de terim olarak kullanılmıştır. Allah’ın vahyinin bütün çeşitlerini içine alan bir tanım vermek gerekirse “Vahiy, yüce yaratıcının genel olarak varlıkları, dilediği özelliklere ve hareket tarzlarına göre programlaması, özel olarak da insanlara ulaştırmak istediği ilâhî emir, yasak ve haberlerin tamamını vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda, gizli ve süratli bir yolla peygamberlerine iletmesidir” demek mümkündür (ayrıca bk. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, s.26-27).
Vahiyde “gizlilik” ve “sürat” özellikleri vardır. Vahiydeki sürati, bilgisayarın bir tuşuna basarak kısa bir zaman parçası içinde ciltler dolusu bilgiyi yükleme, nakletme, kopyalama örneğine bakarak tasavvur edip anlamak mümkündür.
“Bilinmezlik” vasfı vahyin mahiyeti, ne ve nasıl olduğu konusuyla ilgilidir. Vahyin özel bir bilgi iletişim aracı olduğu bilinmekle beraber mahiyet ve keyfiyeti, neden ibaret olduğu, ilâhî sözün insana vahiy yoluyla nasıl intikal ettiği; konuşmak için dile, harfe, kelimeye ve sese ihtiyacı bulunmayan, konuşması insanın konuşmasına benzemeyen Allah’ın, kendi kelâmını peygamberlerine nasıl ilettiği ve bu kelâmın belli bir dile ait harf, kelime, cümle ve seslere nasıl dönüştüğü meçhuldür, gizlidir, sırdır; bu sırrın bilgisi sıradan insanlara verilmemiştir. Vahiy mahiyeti bakımından bilinemez olduğu gibi bu iletişimin oluşu, gerçekleşme keyfiyeti de gizlidir, üçüncü bir şahıs buna muttali olamaz.
3. Vahyin dili
Vahiy, Allah’ın kendi kelâmını (sözünü, söylemesini) peygamberlere yukarıda özetle belirtildiği şekillerde ulaştırmasıdır. Allah’ın kelâmında harf, kelime ve ses bulunmadığı için onu belli bir beşerî dille aynılaştırmak ve meselâ “Allah Arapça konuşur” demek mümkün değildir.
Vahiy (Allah Teâlâ’nın bildirmeyi dilediği mâna, hüküm ve nazım bozulup değişmeden) çeşitli dillere çevrilebilecek bir iletişim aracı, bilgi verme vasıtasıdır. Burada soru, “vahyin çeşitli dillere çevrilmesinin, çeşitli dillerde gelmesinin, vahyetme eyleminin hangi noktasında ve nasıl gerçekleştiği” ile ilgilidir. Vahyin muhatabı olan ümmetler Allah’ın verdiği bilgileri ve tâlimatı anlamadan ona itaat edemeyecekleri için, ilâhî bildirimlerin ilgili peygamberlere, her bir kavmin kendi dilinde vahyedilmiş olduğunu Kur’ân’dan öğreniyoruz (İbrâhîm 14/4). Ancak ilâhî kelâmın beşerî dile çevrilmesi, bu dil kalıbına dökülmesi nerede ve nasıl olmaktadır? Bu soruya eskiden beri çeşitli cevaplar verilmiştir.
Vahyin kaynağının, doğrudan Allah değil, faal akıl olduğunu ileri süren ve buradan hareketle vahyin dilini, sözlerini beşerîleştiren, peygamberlerin zihin ve ağızlarının eseri olduğunu ileri süren filozoflarla ilâhî kelâmın harf, kelime ve sesleri de ihtiva ettiğine inanan bir kısım Selefî düşünce mensuplarını iki uç sayarsak Ehl-i sünnet’i ortaya almak gerekir.
Ehl-i sünnet kelâmcılarında kabul gören açıklamaya göre söz (kelâm) önce zihinde oluşur, sonra kelime ve seslere dökülür. Birincisi zihindeki söz (kelâm-ı nefsî), ikincisi dildeki sözdür (kelâm-ı lafzî). İlâhî kitaplardaki sözlerin zihnî olana denk düşen kısmı Allah’ın sıfatı olup asla yaratılmamıştır, ezelî ve ebedîdir. Vahyin, dildeki söze denk düşen kısmı ise yaratılmıştır. Bu açıklamadan anlaşılan da ilâhî-nefsî kelâmın belli bir beşerî dil ile olmamasıdır. Beşerî dil ile olan lafzî kelâmdır. Ancak bu lafzî kelâm hangi aşamada ve nasıl oluşmaktadır ve beşer dilinde olmasına rağmen nasıl ilâhîdir?
Yukarıdaki açıklamalardan çıkan sonuca göre Allah’ın kelâmının, insan tarafından bilinen ve kullanılan dillerden bir dili yoktur. İlâhî kelâm melek veya peygamber aracılığı ile muhataplarına gelirken, yine Allah’ın yaratması ve müdahalesiyle (peygamber veya meleğin zihninde ve dilinde) muhatapların dillerine dönüşmektedir.