img.jpg - Hazreti Mu'az Bin Cebel - Kuranbahcesi.blogspot.com
Peygamber efendimiz Müslüman beldelerine vali ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıralarda, bir gün sabah namazından sonra Eshab-ı Kirama dönerek buyurdu ki: 

- İçinizden hanginiz Yemen'e gider?

Hazret-i Ebu Bekir cevap verdi:

- Ben giderim Ya Resulallah!

Peygamberimiz bir müddet sonra tekrar sordu:

- Hanginiz Yemen'e gider?

Bu sefer Hazret-i Ömer Radiyallahü Anh cevap verdi:

- Ben giderim Ya Resulallah!

Peygamberimiz biraz sonra yeniden sordu:

- İçinizden Yemen'e kim gider?

Mu'a Bin Cebel Radiyallahü Anh ayağa kalkıp dedi ki:

- Ya Resulallah! Ben giderim.

Vazife senindir.

 Bunun üzerine Resulullah Efendimiz buyurdu ki:

 - Ey Muaz! Bu vazife senindir. 

Ey Bilal! Bana sarığımı getir!

 Muaz Bin Cebel, Yemen'de valilik yapmak, halka İslâmiyeti anlatmak, Kur'an-ı Kerimi öğretmek ve Yemen ülkesinde toplanan zekât mallarını vazifelilerden teslim almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen'e gitmek için hazırlandı. 

Yola çıkmadan önce Peygamberimiz ona şöyle buyurdu:

 - Sen ehli kitaptan yani Yahudilerden ve Hristiyanlardan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına varınca, onları önce, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğumu tasdike davet et.

Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allahü Teâlâ'nın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allahü Teâlâ'nın, zenginlerin fakirlere zekât vermesini emrettiğini bildir.

Bunu da kabul ederlerse, zekât alırken sakın mallarının sadece en iyilerini seçme! Mazlumun ahını almaktan çekin. Çünkü Allahü Teâlâ mazlumun duasını hemen kabul eder.

Hazreti Muaz Radiyallahü Anh diyor ki:

Resulullah Efendimiz bana; onlardan, her 30 sığırda, bir yaşında erkek veya dişi bir dana; her 40 sığırda iki yaşında bir dana. Her büluğ çağındaki gayrı müslimden de, bir dinar veya onun dengi Yemen kumaşı, yağmur suyu ile sulanan her mahsülden öşür (onda bir) ve ücretle sulanan şeylerden de yarım öşür alınmasını emretti.

Bundan sonra Resulullah'a dedim ki:

- Ya Resulallah! Bana nasihatta bulunur musunuz?

- Ya Muaz! Her ne halde ve her nerede olursan ol, Allahtan kork!

- Ya Resulallah! Bana nasihatınızı artırır mısınız?

- Günahın arkasından hemen iyilikte bulun ki, günahı yok etsin!

- Ya Resulallah! Bana nasihatınızı biraz daha artırır mısınız?

- İnsanlara güzel ahlakla muamele et!                                 

Ya Muaz! Sen kitap ehli bir kavmin yanına gidiyorsun. Onlar senden, Cennetin anahtarının ne olduğunu soracaklardır. Onlara, Cennetin anahtarı Lâ İlâhe İllallahü Vahdehü Lâ Şerike Leh, de!

Muaz Bin Cebel Radiyallahü Anh tekrar sordu:

- Ya Resulallah! Bana, kitapta bulunmayan ve senden de işitmediğim bir şey sorulur ve halledilmesi için bana getirilirse ne yapmamı buyurursunuz?

- Allah için tevazu göster, Allahü Teâlâ seni yükseltir. Sakın iyi bilmedikçe hüküm verme! Sana  karmaşık gelen işi ehline sor, danışmaktan utanma! En son ictihad et! Muhakkak ki, Allahü Teâlâ doğruluğuna göre seni muvaffak kılar. İşler sana karmakarışık gelirse; gerçek, sence belli oluncaya kadar bekle veya bana yaz! O hususta keyfine göre hareket etmekten sakın! Yumuşak davranmanı sana tavsiye ederim.

Resulullah Efendimiz vedalaşırken buyurdu ki:

- Ya Muaz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyaret için gelirsin.

Bunu işiten Muaz Bin Cebel hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca, Peygamberimiz buyurdu ki:

- Ağlama Ya Muaz! Feryad ederek ağlamak şeytandandır. Ben seni yürekleri yufka olan bir kavme gönderiyorum. Onlar hak üzerinde iki kere savaşacaklar. Onlardan sana itaat edenler, sana asi olanlarla çarpışacaklar; hatta kadın, kocasına; oğlu babasına; kardeş kardeşine öfkelenecek, sonra da İslâmiyete tekrar döneceklerdir.

Resulullah Efendimiz Muaz ile bir mil kadar yürüdü ve son olarak şu nasihati yaptı:

- Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz. Birleşiniz, fırkalara ayrılmayınız. Bana yakın olanlar, tam bağlı olanlar, nerede olursa olsunlar, takva sahipleri ve Allahü Teâlâ'ya hakkıyla kulluk edenlerdir.

Daha sonra Resulullah Efendimiz ile Muaz arasında şu konuşma geçti:

- Sana bir dava getirilince, insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?

- Allah'ın kitabıyla hüküm veririm.

- Ya O'nda açıkça bulumazsan?

- Resulullahın sünneti ile hüküm veririm.

- Ya onda da açıkça bir hüküm bulamazsan?

- İctihad ederek, anladığımla hükmederim.

Peygamber Efendimiz, Muaz Bin Cebel'in bu cevabından dolayı çok memnun kalarak mübarek elini onun göğsüne koyup buyurdu ki:

- Elhamdülillah! Allahü Teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi.

Sonra da Muaz Bin Cebel'e şöyle dua etti:

- Cenabı Hak seni her taraftan gelecek musibetlerden muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın. Senin sebebinle Allahü Teâlâ'nın bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için dünyadan hayırlıdır.

Muaz Bin Cebel, Yemen'de uzun müddet kaldı. Yemen halkı onun davetine uyarak İslâmiyeti kabul ettiler. Hazreti Muaz'ın işini kolaylaştırdılar. Yemen'de kaldığı müddetçe halka vaaz ve nasihatlar yaparak derdi ki:

- Ben Resulullah'ın elçisiyim. Kesin olarak bilin ki, ölüm muhakkaktır. Orada Cennet ve Cehennemden başka bir yer yoktur. Oralara gidiş vardır, dönüş yoktur. Orada hayat sonsuzdur.

Peygamber Efendimiz, Yemen'de iken çocuğunun ölümü üzerine Muaz Bin Cebel'e gönderdiği taziye mektubu şöyledir:

"Allahü Teâlâ sana selamet versin. O'na hamd ederim. Herkese iyilik ve zarar, yalnız O'ndan gelir. O, dilemedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Allahü Teâlâ, sana çok sevap versin. Sabretmeni nasib eylesin. O'nun nimetlerine şükür etmenizi ihsan eylesin.

Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız, servetimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız, Allahü Teâlâ'nın sayısız nimetlerinden, tatlı ve faydalı ihsanlarındandır. Bu nimetleri, bizde sonsuz kalmak için değil, emanet olarak kullanmak, sonra geri almak için vermiştir. Bunlardan, belli bir zamanda faydalanırız. Vakti gelince, hepsini geri alacaktır. Allahü Teâlâ, nimetlerini bize vererek sevindirdiği zaman, şükretmemizi; vakti gelip geri alarak üzüldüğümüz zaman da, sabretmemizi emir eyledi.

Senin bu oğlun, Allahü Teâlâ'nın tatlı, faydalı nimetlerinden idi. Geri almak için sana emanet bırakmıştı. Seni, oğlun ile faydalandırdı. Herkesi imrendirecek şekilde sevindirdi, neşelendirdi. Şimdi geri alırken de, sana çok sevap, iyilik verecek, acıyarak, doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir.

Bu merhamete, ihsana kavuşabilmek için sabretmeli, O'nun yaptığını hoş görmelisin! Kızar, bağırır, çağırırsan, sevaba, merhamete kavuşamazsın ve sonunda pişman olursun. İyi bil ki, ağlamak, sızlamak, derdi belayı geri çevirmez. Üzüntüyü dağıtmaz. Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabretmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak lazımdır.

 

Bundan sonra Muaz Bin Cebel, Peygamberimizin vefatını da orada iken haber aldı. Daha sonra Yemen'deki hizmetini tamamlayıp, Medine'ye döndü. Hazreti Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Medine'de Hazreti Ebu Bekir'in seçtiği danışma heyetinde yer aldı. Suriye taraflarına da giderek hem oralarda yapılan savaşlara katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur'an-ı Kerîm'i öğretti.

Muaz Bin Cebel'in fazileti, üstünlüğü çoktur. Resulullah Efendimiz birçok hadisi şeriflerinde onu medhetmiş ve övmüştür.

                                                   ------------------------------

Abdullah Bin Mesud Radiyallahü Anh buyurdu ki: 

- Muaz Bin Cebel, Allah'a ve Resulü'ne itaat eden, doğru yolda bulunan bir cemaat gibiydi. Biz onu İbrahim Aleyhisselam'a benzetirdik. Çünkü O, insanlara hayrı, iyiliği öğretir. Allah'a ve Resulü'ne de itaat ederdi.

                                                  ------------------------------

Hazreti Muaz şöyle anlatıyor:

Bir gün Resuli Ekrem Efendimiz bir hayvana binmişti. Ben de arkasında bulunuyordum. Bana buyurdu ki:

- Ey Muaz!

- Emredin, Ya Resulallah!

Resulullah Efendimiz üç kere ismimi söyledikten sonra buyurdu ki:

- Cenabı Hak'kın kulları üzerinde olan hakkı nedir, biliyor musunuz?

- Allah ve Resulü daha iyi bilir.

- Cenab-ı Hak'kın kulları üzerindeki hakkı, onların kendisine ibadet etmeleri ve başka hiç bir varlığı O'na ortak koşmamalarıdır. Kullar bu vazifelerini yerine getirirlerse, Allahü Teâlâ'dan bekledikleri hakları, Allahü Teâlâ'nın onlara vadettiği nedir, bilir misin?

- Allah ve Resulü daha iyi bilir.

- Bu takdirde kulların Allahü Teâlâ'nın üzerindeki hakkı, Onlara vadettiği nimeti vermesi ve azab etmemesidir.

                                                    ------------------------------

Hazreti Ömer'e, "bize kimi halife bırakıyorsun" denildiğinde buyurdu ki:

- Şayet Muaz Bin Cebel sağ olsaydı, onu halife bırakırdım ve Rabbime kavuştuğumda, Rabbim bana, "Muhammed Aleyhisselam'ın ümmetine kimi halife bıraktın" deyince, ben de, "Senin kulun ve Resulün olan Muhammed Aleyhisselam'ın; Muaz, kıyamet günü, alimlerin önünde, tek başına bir cemaattir diye buyurduğu kimseyi bıraktım" derdim.

                                                      ------------------------------

Muaz Bin Cebel Radiyallahü Anh der ki:

Resulullah Efendimiz bana buyurdu ki:

- Ey Muaz! Sana Allahtan korkmayı, O'na sığınmayı, doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmayı, herkese selam vermeyi, güzel amel ve işlerde bulunmayı, öksüze merhamet etmeyi, tatlı sözlü olmayı, Kur'ân-ı Kerim'i okumayı, ahireti sevmeyi, ahiret hesabının korkusunu taşımayı ve herkese şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim.

Hikmet sahiplerine kötü söz söylemekten, doğruyu yalanlamaktan, günahkâra itaatten, adil hükümdara isyandan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan da seni nehyederim, sakındırırım.

Her yerde Allahü Teâlâ'yı zikretmeyi ve her günahın peşinden tevbe etmeyi tavsiye ederim. Gizli günah işlediğin zaman gizli, aşikâre günah işlediğin zaman aşikâre tevbe edersin.

                                                      ------------------------------

Peygamber Efendimiz bir gün Hazreti Muaz'a buyurdu ki:

- Ya Muaz! Ben seni severim. Bunun için her namazdan sonra şu duayı terketme! 

Allahümme e'ınnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsn-i ibâdetike.

                                                      ------------------------------

Abdullah Bin Seleme Muaz Bin Cebel için şöyle anlatıyor:

Muaz Bin Cebel taûn (veba) hastalığına yakalanmıştı. Rahatsızlığı çok arttığı bir sırada, talebelerinden Amr Bin Meymun El Evdi ziyarete geldi. Durumunun çok ağır olduğunu görünce, ağlamaya başladı. 

Hazreti Muaz, Ona sordu:

- Niçin ağlıyorsun?

- Allah'a yemin ederim ki, sen benim hocamsın. Bana dünyalık yardımda bulunuyorsun diye ağlamıyorum. Ben, senden dinimi öğreniyor ve ilim alıyordum. Senin ölümünden sonra dinimi ve ilmi bana öğretecek kimsenin bulunmamasından korkuyorum ve onun için ağlıyorum.

Bunun üzerine Mu'âz bin Cebel buyurdu ki:

- Hayır, bundan korkma! İman ve ilim, kıyamete kadar yerindedir, arayan bulur ve Allahü Teâlâ bunları isteyen kimseye öğretecek birini gösterir. Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerîm ve Peygamberimizin sünneti, kıyamete kadar korunacaktır.

Nitekim, Allahü Teâlâ ilmi ve imanı İbrahim Aleyhisselam'a ihsan etmiştir. Halbuki o zaman, imanı ve ilmi bilen ve öğreten hiç kimse de yoktu. İbrahim Aleyhiselam istediği için Cenab-ı Hak, O'na ihsan etti. İlmi, Hazreti Ömer'den, Hazreti Osman'dan ve Hazreti Ali'den alınız! Eğer onları da kaybederseniz, Ebü'd-Derda'dan, Abdullah İbni Mesud'dan, Selmani Farisi'den ve Abdullah İbni Selam'dan alınız!

Alimin yanılmasından korkunuz! Doğru olanı, hakikatı kim bildirirse kabul ediniz! Doğru, hak olmayanı da söyleyen kim olursa olsun, onu reddediniz!

                                                            ------------------------------

Bir gün, biri, Muaz Bin Cebel'in huzuruna gelip selam vermişti. Biraz sonra vedalaşıp ayrılacağı sırada, ona buyurdu ki:

- Ey falan! Dünyadaki nasibin ne ise ve nerede olursa gelip seni bulacaktır. Sen ise, dünyadaki nasibinden daha çok ahiret nasibine muhtaçsın. Ahiret nasibini, dünya nasibine tercih et! Hatta öyle olmalısın ki, çok ihtişamlı bir ahiret servetine sahip olasın. Dünya nimetleri geçicidir. Ahiret için elde ettiklerin ise, nerede olursa seninledir.

Cennet ehlinin tek bir hasreti, pişmanlığı vardır. O da, Allahü Teâlâ'yı unutarak geçirdikleri vakitlerdir.

                                                               ------------------------------ 

Ebu Bahiri Radiyallahü Anh şöyle anlatıyor:

Bir gün Humus şehrinde camiye gitmiştim. Muaz Bin Cebel de, orada bulunuyordu. Yanında bir grup kimseler vardı. Onlara buyurdu ki:

- Bir kimse, Allahü Teâlâ'nın huzuruna kamil, olgun bir imanla gitmek istiyorsa, beş vakit namaz için çağırılan yere gelip namazını kılsın. Çünkü beş vakit namazı camide cemaatle kılmak, hidayet yollarından olup, hem de Peygamberimizin mühim sünnetidir.

Hiç kimse, benim evimde namaz yerim vardır ve ben evimde namazımı kılıyorum, demesin! Böyle yaparsanız, Resulullah'ın sünnetini terketmiş olursunuz. Bu da delâlettir.

                                                        ------------------------------

Mu'âz bin Cebel'e sordular:

- Duâ ne zaman kabul olunur?

Buyurdu ki:

- İnsanlar gaflette oldukları zaman, sen, Allahü Teâlâ'ya dön ve ondan ne dilersen o zaman iste! İşte o zaman dualar makbuldür.

                                                      ------------------------------

Yezid Bin Cabir diyor ki:

Ben Muaz Bin Cebel'den şöyle işittim. Buyurdu ki:

"- Ne kadar çok ilim öğrenirseniz öğrenin, bunlarla amel etmedikçe öğrendiğiniz ilimden sevap alamazsınız. "

                                                    ------------------------------

Reca Bin Hayve şöyle bildiriyor:

Bir zamanlar Muaz Bin Cebel'in bir sohbetinde bulunmuştum. İlim hakkında şöyle buyurdu:

"- Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah rızası için öğrenin! Zîra, Allah rızası için öğrenilen ilim, takvayı, Allah'tan korkmayı hasıl eder. Bu niyetle ilim aramak ibadettir. Bu ilmi müzakere etmek tesbihtir; ilimden konuşmak, Allah yolunda cihaddır. Bilmeyene ilim öğretmek sadakadır. Bir mecliste bulunanlara ilimden bahsetmek, Allahü Teâlâ'ya yakınlıktır. Zira ilim, helal ile haramın terazisi, Cennet ehlinin minaresi, gurbette insanın arkadaşıdır.

Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik zamanlarında ilim, sahibine delildir. İlim, düşmanlara karşı çok iyi bir silahtır. Dostlarının yanında insanın süsüdür. Cenâbı Hak bir kavmi, ilim ile yükseltir. İnsanı ilimle başkalarına rehber, öncü yapar ve ona itâat ederler. Melekler dahi ilim sahiplerinin dostluklarını arzular ve kanatlarını onların üzerine gererler.

Canlı ve cansız her ne varsa, hatta denizlerdeki balıklar ve diğer hayvanlar, havada uçan kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, alimlere istiğfar ederler. Çünkü ilim, insanın kalb gözünü açar. Gözleri karanlıktan aydınlığa kavuşturan bir nurdur.

İlim ile amel eden insan, seçilmiş kimselerin makamlarına yükselir. İlim sahipleri, dünya ve ahirette yüksek derecelere erişir. İlimde tefekkür, nafile oruç tutmak gibidir. İlmin öğretilmesi nafile namaz kılmaktan daha sevabdır. İlim ile, helal ve haram olan şeyler ayırdedilebilir.

İlim, amellerin imamıdır. Amel, ilme tabidir. İlimsiz amel olmaz. İlim, Cennet yoluna ışıktır. Cehennemlik olanlar, ilimden mahrum kalanlardır. Dünya ve ahiret saadetinin kaynağı ve bütün ibadetlerin efdali, en üstünü ilimdir. "

                                                           ------------------------------

Muaz Bin Cebel oğluna şöyle vasiyet etmişti:

"Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme!

Ey oğlum! Mümin olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lazımdır. Yani; bir hayırlı işi yaptığın zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır. "

                                                       ------------------------------

Muaz Bin Cebel'e dediler ki:

Falanca, Kur'ânı Kerim yazıp satıyor.

Buyurdu ki:

- Bu, Kur'ânı Kerim'i satmak değildir. Kâğıt ve işçilik ücreti istemektir. Kur'ânı Kerim'i satmak demek, onu para ile, ücret ile öğretmektir.

                                                     ------------------------------

Biri Muaz Bin Cebel'e, "bana öğüt ver" deyince, buyurdu ki:

- Merhametli ol ki, ben de senin Cennete girmene kefil olayım.

                                                     ------------------------------  

Muaz Bin Cebel şöyle anlatıyor:

Birgün Resulullah'ın huzuruna varmıştım. Bana buyurdu ki:

- Ey Muaz! Sen, bu akşam nasıl sabahladın?

- Ya Resulallah! Allahü Teâlâ'ya iman etmiş olarak sabahladım.

- Ey Muaz! Senin her sözünün doğruluğuna bir delilin vardır. Bu sözünün doğruluğunun delili nedir?

- Ya Resulallah! Ben, geceden gündüze çıktığım zaman, bir daha akşamı beklemem. Akşam olduğu zaman da, sabaha kadar yaşayacağımı hiç ümit etmem. Bir adım attığım zaman, ikinci adımımı atacağımı sanmam. Her insanın bir eceli olduğunu bilirim. Ecelinin saati geldiği zaman, o anda ecelinin ona yetişeceğini bilirim. Bütün insanlar mahşerde haşrolunurlar. Kimisi Peygamberi ile beraberdir. Kimisi de taptıkları ile beraber olacaktır. Ben ise, kendimi sanki Cehennem'deki insanların azablarını ve Cennet'teki insanların nimetlerini her an görüyorum gibi düşünürüm.

Bunun üzerine Resulullah Efendimiz buyurdu ki:

- Ey Muaz! Sen çok iyi yapmışsın. Böyle düşünmeye devam et ve bundan hiç ayrılma!

                                                         ------------------------------

Bir gün Muaz Bin Cebel'i ağlarken gördüler ve sebebini sordular. Buyurdu ki:

- İnsanlar iki gruptur: Biri Cennet'lik, diğeri Cehennem'lik. "Acaba ben hangisinden olacağım" diye ağlıyorum.

                                                         ------------------------------

Hazreti Ömer'in halifeliği sırasında Kilaboğulları beldesine zekat memuru olarak, sonra da Suriye taraflarında din bilgilerini ve Kur'ânı Kerim'i öğretmekle vazifelendirildi. Filistin bölgesinde bu vazifesinde iken burada çıkan tâûn (vebâ) hastalığı salgınına yakalanarak otuzsekiz yaşında iken vefat etti.

                                                      ------------------------------ 

Muaz Bin Cebel vefatı esnasında buyurdu ki:

- Allahım! Şimdiye kadar senden korkuyordum. Fakat şimdi sana ümit besliyorum. Allahım, ben sular akıtıp, ağaçlar sulamak ve bahçeler yetiştirmek için yaşamak istiyorum. Susuzluktan ciğerleri yananları sulamak, darda kalanlara genişlik göstermek, alimlerin sohbetine devam edip, kendimi onların zikir halkalarına sıkıştırmak için yaşamak istiyorum.

Ölüm sancıları şiddetlenip baygınlıklar geçirip, ayıldıkça:

- Allahım! Beni ne kadar sıkıştırırsan sıkıştır, bilirsin ki, kalbim sana bağlıdır, seni sever, buyurdu.

                                                ------------------------------

Bir kişi, Muaz Bin Cebel”e Radiyallahü Anh'a; Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem'den dinlediğin bir hadis-i şerifi bize nakleder misin?” dedi.

Bunun üzerine Muaz Radiyallahü Anh ağladı. Hatta susmayacağını sandım. Sonra sustu, devam ederek dedi:

Hz. Peygamber Aleyhi Vesellem” bana:

“Ey Muaz!” dedi. “Buyur! Anam babam sana feda olsun ya Rasulullah Aleyhi Vesellem!” dedim. O zaman şöyle buyurdu:

 “Söyleyeceğimi ezberlersen sana fayda verir. Eğer unutursan kıyamette Allah katında delilin olmaz. Ey Muaz! Allah Teâlâ, yer ve gökleri yaratmadan önce yedi melek yarattı. Sonra gökleri yarattı. Yedi göğün her biri için bir melek vazifelendirdi. O meleği orada kapıcı yaptı. O gökleri, büyüklük yönünden oldukça yüceltti. Hafaza melekleri, sabahtan akşama kadar ibadet ve taatta bulunan kulun amellerini göklere yükseltirler. Dünyamıza en yakın göğe varıncaya kadar, o amelin, güneşin ışığı gibi bir ışığı olur. Oraya varıncaya kadar hafaza melekleri temizler ve çoğaltır. Gök kapıcısı melek, hafaza meleğine:

“Bu ameli götürüp sahibinin yüzüne vurun! Ben gıybetleri tesbit eden meleğim. Halkın gıybetini yapanın amelinin benden geçip başka bir meleğe varmasına asla müsamaha etmem! Rabbim bana böyle emir buyurmuştur” der.

“Sonra hafaza meleği, kulun salih olan bir amelini getirir. O meleğin yanından geçirir. O ameli ikinci göğe ulaştırıncaya kadar temizler ve çoğaltır. İkinci göğün bekçisi:”

“Durun! Bu ameli, sahibinin yüzüne vurun! O bu amelle dünya malını kasdetti. Rabbim bana onun amelinin benden geçip başka bir meleğe varmasına müsaade etmememi emretti. Çünkü o, meclislerde insanlara karşı böbürlenirdi” der.

Hafaza melekleri, kulun nurunu saçan, oruç ve sadakadan mürekkeb olan amellerini yükseltip götürürler. Hem de kendilerini hayrette bıraktığı halde üçüncü göğe kadar götürürler. Burada üçüncü göğün bekçisi olan melek “Durun ve bu ameli sahibinin yüzüne vurun! Ben kibir ve gurura bakan meleğim!” "Rabbim bana şu emri vermiştir”:

“Onun amelinin senden geçip başkasına varmasına fırsat verme! Çünkü o, meclislerde, halka karşı kibir ve azamet taslardı" buyurmuştur.

“Hafaza melekleri, kulun, parlak yıldız gibi parlayan ve ses veren tesbih, namaz, hac ve umreden oluşan amelini dördüncü göğe kadar götürürler. Orada bekçi bulunan melek: “Durun! Bu ameli, sahibinin sırtına ve karnına vurun! Ben ucubu (kibir) kaydeden meleğim. Rabbim, bu kişinin amelinin benden geçip başkasına varmasına engel olmamı emretti! Zira o, ibadet yaptığında, ameline ucub sokardı!” der.

Hafaza melekleri, kulun amelini damada takdim edilen gelin gibi süsleyerek beşinci göğe götürürler. O semanın meleği:

“Durun! Bu ameli sahibinin yüzüne vurun! Onun omuzuna yükleyin. Ben hasedi kaydeden meleğim. Bu kimse insanları kıskanırdı. Kim onun yaptığını yaparsa, kim fazla ibadete sarılırsa, onları kıskanır, aleyhlerinde bulunurdu. Bu bakımdan rabbim bana, onun amelinin beni geçip başkasına gitmesine engel olmamı emretti!” der.

Hafaza melekleri kulun namaz, zekât, hac, umre ve oruçtan ibaret olan amelini altıncı göğe götürürler. Oranın bekçisi olan melek “Onu durdurun, bu ameli sahibinin yüzüne vurun! Çünkü o, Allah’ü Teâlâ’nın kullarından hiçbir kimseye merhamet etmezdi. Belaya uğrayan, zarar gören kimselerin haline acımazdı. Hatta belaya uğramalarına sevinirdi! Ben ise rahmet meleğiyim. Amelinin yanımdan geçmemesini rabbim bana emretti!” der.

Hafaza melekleri, kulun namaz, oruç, sadaka, zekât, faydalı çalışma ve takvasını gök gürültüsü gibi bir gürültü ve güneşin ışığı gibi bir ışığı olduğu halde, beraberinde üç bin melekle yedinci semaya götürürler. Oranın bekçisi olan melek, onlara “Durdurun ve bu ameli sahibinin yüzüne çarpın. Onun âzalarına vurun. Onlarla kalbini kitleyin. Çünkü o, o ameliyle fâkihlerin yanında büyüklük, alimlerin yanında şöhret ve ülkelere nam salmak isterdi. Bu bakımdan rabbim onun amelinin benden geçmemesini emretti” der. "Allah’ü Teâlâ için olmayan amel riyadır. Allah’ü Teâlâ, riyakârların amelini kabul etmez" der.