img.jpg-kuranbahcesi.blogspot.com
Arapça kaynaklarda hadır  (hadr, hıdır) şeklinde yer alan kelime Türkçe'de Hızır ve Hıdır şeklinde kullanılmaktadır. Hadır yeşil, yeşlliği çok olan yer anlamında kullanılmaktdır. 
Hızır ismi; Hızır Aleyhisselamın asıl ismi olmayıp künyesidir.

Hz. Hızır Aleyhisselâm'ın; rivayetlere göre Âdem Aleyhisselâm'ın oğlu veya Ays b.İshak Aleyhisselâm'ın oğullarından olduğu veya İbrahim Aleyhisselâm'a iman ve Babil'den, onunla birlikte hicret edenlerden birisinin, ya da Farslı bir babanın oğlu olduğu, kral Efridun ve İbrahim Aleyhisselâm devrinde yaşadığı, büyük Zülkarneyn'e kılavuzluk ettiği, İsrailoğulları krallarından İbn. Emus'un zamanında İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderildiği, halen, sağ olup her yıl, hac mevsiminde İlyas Aleyhisselâm'la buluştukları da, rivayet edilir.


Hadis-i şeriflerde Hz. Hızır (A.S) ismine bolca yer verilmiştir. Hz. Hızır Aleyhisselâm'ın melek veya veli olduğuna dair pek çok bilgi yer almıştır. Bâzı âlimler nebî (peygamber), bâzı âlimler de velî dediler. Bâzıları da Hızır Aleyhisselâm'ın İsrailoğulları'ndan olduğunu söylemişlerdir. Pek çok kaynaklarda Hz. Hızır ile Hz. İlyas birbirinin aynı olduğu söylense de bu ikisi farklı kişilerdir.

Hızır Aleyhisselâmın soyu, devri ve hâlen sağ olup olmadığı hakkındaki türlü ihtilâfları ve uzun tartışmaları bir yana bırakarak, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin verdikleri kesin bilgilerle yetinmeyi daha uygun ve yararlı buluyoruz.

Bir çok hadisi şerifte Hz. Hızır Aleyhisselâm'dan bahsedilmiştir.

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre: Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Hızır Aleyhisselâm'a Hızır denilmesinin sebebini açıklayarak;

"Hızır, otsuz, kuru bir yere oturdu da, ansızın o otsuz yer, yeşillenerek onun ardı sıra dalgalanırdı " buyurmuştur. 

Peygamber Efendimiz zamanında da Hz. Hızır (A.S) yaşamış ve Peygamber Efendimizin vefat ettikten sonra İlyas aleyhisselâm'la birlikte Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i Beyt için sabır tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır tavsiye ettiklerini Hazreti Ebû Bekr, Ehl-i Beyte bildirdi.

Kurâ'n-ı Kerim'de adı geçmemekle birlikte Hızır Aleyhisselâm'ın Musa Aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur'ân-ı Kerîm'de Kehf Sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve Hadîs-i Şerîflerde bildirilmiştir.

Mûsâ Aleyhisselamın Hızır Aleyhisselamla Buluşup Arkadaşlık Etmesi:

Hızır Aleyhisselama, Allah tarafından; Mûsâ Aleyhisselâm'ın bile, bilmediği özel bir ilim verilmişti ki, Mûsâ Aleyhisselâm, onu öğrenmek için, uzun bir yolculuğu, göze almıştı.

Abdullah b. Abbas; Mûsâ Aleyhisselâm'ın arkadaşı hakkında, bir gün, Hür b. Kays'la tartışmış;

 "O, Hızır'dır!" demişti.

O sırada, Übeyy b. Kâvüt Ensarî'ye rastlamışlar, İbn.Abbas, Onu, çağırmış, kendisine:

 "Ey Ebüttufeyl! Yanımıza gel! Ben, Mûsâ Aleyhisselâm'ın, kendisiyle buluşma yolunu aramış olduğu arkadaşı hakkında şu arkadaşımla tartıştım. Sen, onun hal ve şanını anlatırken, Resûlullâh Aleyhisselâm'dan işittin mi?" dedi.

Übeyy b. Kâb:

"Evet! Onun hal ve şanını, anlatırken  Resûlullâh Aleyhisselâm'dan işittim, şöyle buyuruyordu:

Mûsâ Aleyhisselâm, İsrailoğulları'nın ileri gelenlerinden bir topluluk içinde bulunduğu sırada, ona, bir adam gelip:

"Senden daha bilgili bir kimse biliyor musun?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm da:

"Hayır! Bilmiyorum." dedi.

Bunun üzerine, Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâm'a:

"Hayır. Kulumuz Hızır vardır." 

diye Vahy edince, Mûsâ (Aleyhisselâm), onunla buluşmak yolunu aradı.

Yüce Allah da, balığı, onun için, bir alâmet ve nişan yaptı.

Kendisine:

"Balığı, kaybettiğin zaman, geri dön. Muhakkak, ona, kavuşursun." denildi.

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah'ın dilediği kadar gitti.

Genç adamına:

"Kuşluk yemeğimizi, getir." dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm, kuşluk yemeğini istediği zaman,

Mûsâ Aleyhisselâm'ın genç adamı  Mûsâ Aleyhisselâm'a:

"Bak hele. Kayanın dibinde barındığımız sırada, ben, balığın gittiğini haber vermeyi, unutmuşum. Onu, haber vermemi, bana unutturan da, şeytandan başkası değildir." dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Zâten, bizim istediğimiz de, bu idi." dedi.

Hemen, izlerine basa basa geri dönüp Hızır Aleyhisselâm'ı buldular.

"Yüce Allah'ın Kitabında anlatmış olduğu da, onların hal ve şanlarından ibarettir." dedi.

Saîd b. Cübeyr der ki:

"Ben, İbn. Abbas'a:

"Nevfelbikâlî, İsrailoğulları'nın sahibi olan Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâm'ın arkadaşı olan Mûsâ değildir.  O, başka bir Musa'dır  diye iddia ediyor." dedim.

İbn. Abbas: "Yalan söylüyor Allah düşmanı.

Bana, Übeyy b. Kâ'b rivayet edip dedi ki; Ben, Resûlullâh Aleyhisselâm'dan, şöyle buyurduğunu işittim.

"Mûsâ Aleyhisselâm, kavmi içinde, onlara, Allah'ın nimet ve imtihan günlerini andığı, hatırlattığı gözlerinden yaşlar boşandığı ve kalpler rikkata geldiği bir sırada, bir adam:

"Ey Allah'ın Resulü! Yer yüzünde, senden daha âlim bir kimse var mı?' diye sormuştu.

Oda: Yoktur!" demişti.

Diğer rivayete göre:

Mûsâ Aleyhisselâm, İsrailoğulları içinde hutbe irâd etmeğe kalktığı sırada kendisine:

İnsanlann en bilgilisi, hangisidir? diye sorulmuştu.

Mûsâ Aleyhisselâm da:

Ben'im! demişti.

Bu hususu, Allah, daha iyi bilir diyerek Allah'a havale etmediği için, Yüce Allah, ona hitab etmiş;

"Senden daha bilgili vardır." buyrulmuştu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Yâ Rab! Nerededir o?" diye sordu.  

Yüce Allah:

"İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri vardır ki: O senden daha bilgilidir?" diye vahyetti.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Yâ Rab! Ona, nasıl bir yol bulayım?" diye sordu.

"Azıklık, tuzlanmış ölü bir balık al!  Onu, bir zenbilin içine koy.  Zenbil içinde yanında taşı. Ona, nerede can verilirse, onu, nerede kaybedersen işte, o kulum, oradadır."

buyuruldu.

Mûsâ Aleyhisselâm, bir balık alıp zenbilin içine koydu.

Genç adamı, Yûşa' b.Nûn'a:

"Seni, ancak, balık, nerede yanından ayrılırsa, onu, bana haber vermekle görevlendiriyorum." dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm, gitti. Hizmetini gören genci, Yûşa' b. Nûn'u da, yanında götürdü. İki denizin bitiştiği yerdeki kayanın yanına varıp ulaşınca, başlarını, yere koyup uyudular.

Yûşa' b. Nûn, uyanıp kayanın gölgesinde oturduğu, Mûsâ Aleyhisselâm da uyuduğu sırada, tuzlu balık, kımıldamağa başladı.

Yûşa' b. Nûn, kendi kendine:

"Uyanıncaya kadar, onu, uyandırmayayım."  dedi ve ona, haber vermeyi unuttu.

Balık; kımıldayarak, zenbilden sıçrayıp çıktı ve denize düştü.

Yüce Allah; ondan, denizin akışını tuttu da, denizin içinde, su künkü gibi bir boşluk oluştu ve böylece, balık için, bir yol meydana geldi.

Deniz içinde, böyle bir yolun açılması, Mûsâ Aleyhisselâm ile hizmetini görene, şaşılacak bir hâdise oldu.

Uyandıktan sonra, o günlerinin kalanı ile bütün gece gittiler.

Sabah olunca, Mûsâ Aleyhisselâm, genç arkadaşına:

"Kuşluk yemeğimizi (tuzlanmış, kurutulmuş balık) getir. Bu yolculuğumuzdan, yorgunluk duymağa başladık." dedi.

Halbuki, Mûsâ Aleyhisselâm, Allah tarafından, kendisine emrolunan yerin ötesine geçmedikçe, yorgunluk duymamıştı.

Genç yoldaşı, Mûsâ Aleyhisselâm'a:

"Kayanın dibinde barındığımız zaman, balığın çıkıp gittiğini haber vermeyi unutmuşum. Onu haber vermemi bana unutturan da, şeytandan başkası değildir. Balık, şaşılacak bir surette deniz içinde yolunu tutup gitti." dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Zaten, arayacağımız da, bu, idi!" dedi.

İzlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Kayanın yanına varınca, baktılar ki:

Elbisesine, bürünmüş elbisesinin bir tarafını, ayaklarının altına, bir tarafını da, başının altına sermiş, arkasının üzerine dümdüz yatmış, orada, Hızır Aleyhisselâm, duruyordu.

Mûsâ Aleyhisselâm, ona:

"Esselâmü aleyküm!" diyerek selâm verdi. Hızır Aleyhisselâm, yüzünden, örtüyü açıp

"Selâm bilmeyen şu yerde, bu selâm, nereden geliyor?

Ve Aleykümüsselâm." dedi.

"Kimsin sen?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ben, Musa'yım." dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Kimin Musa'sı İsrailoğulları'nın Mûsâ'sı mı?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Evet. İsrailoğulları'nın Mûsâ'sıyım." dedi.

Hızır Aleyhisselâm;

"Seni, buraya getiren, nedir?"  Diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Sende bir ilim bulunduğu, bana haber verildi. Sana arkadaş olmak istiyorum.  Sana, öğretilen rüşd'ü hidâyetten bana da, öğretmen için, geldim." dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Elinde Tevrat'ın bulunması ve kendine vahiy gelip durması, sana, yetmiyor mu? 

Ey Mûsâ! Sende, Allah'ın Kendi ilminden, sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki: ben, onu, bilemem. Bende de, Allah'ın, Kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen de onu bilemezsin. 

Hem sen, benimle arkadaşlık etmeğe hiç dayanamazsın. 

Ey Mûsâ! Bende bir ilim var ki, onu, sana öğretmem, lâyık değildir. Sende de, bir ilim vardır ki, onu da, benim öğrenmem lâyık değildir. Haberini, ihata edemediğim şeye iç yüzünü kavrayamadığın, görünüşü, hoşa gitmeyen şeyleri görmeğe sen, nasıl sabredebilir, dayanabilirsin?" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Senin buyruğunu, yerine getireceğim. İnşâallâh, beni sabırlı bulacaksın. Sana, hiç bir işinde de, karşı gelmeyeceğim." dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Eğer, sen bana, bu suretle tâbi olursan, artık, ben, sana dönüp söyleyinceye kadar, bana, hiç bir şey sorma!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Olur." dedi.  

Gemileri, olmadığı için, Hızır Aleyhisselâm'la Mûsâ Aleyhisselâm, deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini, gemiye alsınlar diye gemicilerle konuştular.

Gemiciler, Hızır Aleyhisselâm'ı tanıyıp;

"Allah'ın, Salih kulu!" dediler.

Onları, gemilerine, ücretsiz aldılar. Gemiye bindikleri zaman, bir serçe, geminin kenarına konup denizden, bir yudum su aldı.

Hızır Aleyhisselâm:

"Ey Mûsâ! Benim ilmim ile senin ilmin, Allah'ın ilmini, şu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile eksiltmez. Vallahi, senin ilmin, benim ilmim  ve bütün yaratıkların ilmi, Allah'ın ilminin içinde şu serçenin gagasıyla aldığı damla kadar hiç kalır." dedi.

Sonra da, el atıp gemi tahtalarından birini, söktü.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Şu kavim, bizi, gemilerine, ücretsiz bindirmişlerken, sen, onların gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi, gemiyi deliyorsun? Doğrusu, sen, çok büyük bir şey, bir suç işledin?" dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Ben, sana, benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın? demedim miydi?" dedi.

Mûsâ Aleyhesselâm:

"Şu unuttuğum şeyden dolayı, beni, sorumlu tutma ve bana, güçlük gösterme?" dedi.

Gerçekten de, Mûsâ Aleyhisselâm'ın, ona karşı, bu ilk davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi.

Gemiden çıktılar. Deniz sahilinde yürüyüp gittikleri sırada, bir de baktılar ki, bir oğlan çocuğu, başka oğlan çocukla birlikte oynuyor.

Hızır Aleyhisselâm, hemen, oğlanın başını, eliyle tutup kopardı ve onu, öldürdü.

Mûsâ Aleyhisselâm'a onun yanında, son derecede bir korku ve dehşet duydu.

Hızır Aleyhisselâm'a:

"Sen, günahsız, masum bir canı, hiç bir can karşılığında olmaksızın öldürdün hâ!?" dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Ben, sana benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın. demedim miydi? Bu, birincisinden de, ağırdır!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Eğer, bundan sonra, sana, bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık yapma. Arkadaşlık yapmamakta, benim yönümden bir özre erişmişsindir, mâzursundur." dedi.

Yine, gittiler. Nihayet, bir kariye halkının yanına vardılar. Onların, bütün meclislerini dolaştılar. Onlardan, yemek istediler. Ahali, bunları, konuklamaktan kaçındılar. Mûsâ Aleyhisselâm, çok acıktı. Onları, konuklamadılar. Orada, yıkılmağa yüz tutmuş, eğilmiş bir duvar buldular.

Hızır Aleyhisselâm, eliyle mesh ederek onu, doğrulttu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Bunlar, öyle bir kavimdir ki, yanlarına geldiğimiz halde, bizi, ne konakladılar, ne de, bize yemek verdiler. İsteseydin, hiç olmazsa, şu hizmetine karşılık, onlardan, bir ücret alabilirdin?" deyince.

Hızır Aleyhisselâm:

"İşte, bu, benimle senin ayrılışındır!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselâm, kıssayı, buraya kadar anlattıktan sonra:

"Allah, bize  ve Musa'ya rahmet etsin. Ne kadar isterdim,  isterdik  ki, ne olurdu o, sabretseydi de, ikisi arasında geçen işler, bize, Allah tarafından, haber verilseydi. Eğer, o, acele etmemiş olsaydı, muhakkak, daha bir çok şaşılacak şeyler görecekti. Fakat, onu, arkadaşı tarafından bir kınama tuttu da, utandı." buyurdu.

Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâm'ın elbisesinin ucundan tuttu.

"Haydi, bana, söyleyeceğini söyle!" dedi.

Hızır Aleyhisselâm:

"Şimdi, sana, üzerinde sabredemediğin, dayanamadığın şeylerin iç yüzünü, haber vereceğim. 

O delmiş olduğum gemi ki, denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için, ben, onu, kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında, her sağlam gemiyi zorla almakta olan Hüded b. Büded adında bir hükümdar vardı. Hükümdarın, geminin yanına vardığı zaman, onu, kusuru yüzünden geri bırakmasını ve onun yanından geçip gittikleri zaman, onarıp ondan yararlanmalarını istedim.

Gemicilerden kimisi: Deliği, şişelerle tıkayınız.

Kimisi de: Deliği, ziftle tıkayınız diyordu.

Gemiyi, bedelsiz olarak zapt edecek olan hükümdar, geldiği ve onu delik halde bulduğu zaman, bıraktı, zapt etmekten vazgeçti. Sonra, gemi sahipleri, bu delik gemiyi bir tahta ile onardılar. Ondan, yararlanmağa devam ettiler.

Oğlana gelince; o, daha yaratıldığı günden, kâfirlikle tabiatlı, ve damgalı idi. Onun anası ve babası ise, mümin idiler. Oğulları, kâfirdi. Bu ana ve baba, oğullarının üzerine titremekte idiler. Şayet, o oğlan çocuğu, olgunluk çağına erişseydi, anasını, babasını azıtacak, onları da, küfre bürüyecekti. Ona, sevgileri yüzünden, onun dinine tâbi olmalarından korkup istedik ki, onların Rabbi, bunun yerine, kendilerine, dinen ondan daha hayırlısını, ana ve babasına daha yakın ve merhametlisini versin.

Duvara gelince; bu duvar, o şehirdeki iki yetim oğlanın olup altında, onlara ait bir define vardı.  Bu da, altın ve gümüşten ibaretti. Babaları, iyi bir adamdı. Bunun için, Rabb'in diledi ki: ikisi de, erginlik çağına ersinler, definelerini çıkarsınlar.

Bu, Rabb'inden, bir merhamet ve esirgeme idi. Ben, bunları, kendi rey ve görüşümle yapmadım. İşte, senin, üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâmın, Hızır Aleyhisselâmla bu arkadaşlığı, on sekiz gün sürmüştür. 

 İslâm âlimleri Hızır konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.

Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın Hızır’ın varlığından nasıl haberdar olduğu beyan edilmezken hadislerde bunun Mûsâ’ya yöneltilen bir soru üzerine Allah tarafından kendisine bildirildiği ifade edilmektedir.

Hızır’ı tarihte yaşamış sâlih bir kişi konumundan çıkarıp onun varlığını günümüze kadar devam ettiren olağan üstü bir şahsiyet olduğuna dair bilgiler de bulunmamaktadır. 

Buhârî’nin Abdullah b. Abbas’ın görüşü olarak yer verdiği bir rivayette;  buluşma yerindeki kayanın dibinde “hayat” denilen bir su kaynağı bulunduğu, damlalarının dokunduğu her şeyin canlandığı, söz konusu balığa da bu sudan birkaç damlanın isabet ettiği ifade edilmekte, Tirmizî’de ise bazı insanların böyle iddia ettiği belirtilmektedir.

Tasavvuf kitaplarında Hızır’ın denizlerde, İlyâs’ın karada yaşadığı, sık sık bir araya geldikleri, Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil ile her yıl arefe günü Arafat’ta buluştukları haber verilmiştir.

Ancak ne âyetlerde ne de sahih hadislerde Hızır’ın ebedî hayata mazhar olduğuna dair en küçük bir ima bile yoktur. 

Birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş; onun yaşadığına dair nakledilen haberler İbnü’l-Cevzî, Ali el-Kārî, Muhammed Dervîş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir.

Hızır’ın hayatta olmadığını ileri sürenler onun öldüğüne dair Kur’an’a, sünnete ve akla dayanan çeşitli deliller zikretmişlerdir.

Kur’an ve sahih hadis kitaplarında anlatılan hususlara zamanla birçok hurafe ve mitolojik unsurun eklendiği, bunun sonucunda birbiriyle ve İslâm inancıyla çelişkili yorumların ortaya çıktığı görülmektedir.

Günümüzde ise; Hızır’a “Hıdrellez” denilen mayıs ayının altıncı gününde rastlanacağına inanılır. Hızır ile İlyâs her sene bir defa bu günde buluşurlar. Bu gün halk Hızır’ı görmek için genellikle bir yerde toplanır, baharın yeşilliğinde ona rastlayacağına inanır. Onun için bu güne Hıdrellez, Hızır’ın görüldüğüne inanılan bu yerlere de “hıdırlık” adı verilir