miraç.jpg-Miraç Hadisesi- Detaylı Anlatım-kuran bahcesi.blogspot.comBu son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve yerde, yabanda olan kumlar sayısınca çimenler ve bostanlar vardır.

Arş-ı Rahman cennetin tavanıdır.
Bana yalnız And cennetinde ki köşkleri gösterdiler; göklerde olan yıldızlar sayısı kadardı. Onların pek çoğu, asabım ve ümmetimin ismine idi. Her köşk yerle sema arası kadardı.
Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve şöyle dedi.
- Şu falanın köşküdür, şu da falanın köşküdür.
Böylece, onları bir bir tayin etti.
Onların içinde bir köşk gördüm; cümlesinden yüksek ve büyüktü.
- Bu köşk kimindir?
Diye sordum, şöyle dedi:
Ebu Bekir Sıddık'ındır.


 

Daha sonra Ömer'in, daha sonra Osman'ın, daha sonra Ali'nin köşklerini gösterdi.
        Bu arada Resulüllah S.A. efendimiz Hz. Ebu Bekir'e r.a. şöyle buyurdu:
- Ey Ebu Bekir, senin köşkünü gördüm; kızıl altındandı. Onda olan lütufları, hazırlanan ihsanları müşahade (seyretme) ettim.
        Bunun üzerine Ebu Bekir r.a. şöyle dedi:

        - O köşkün sahibi sana fedadır ya Resulüllah.

        Bundan sonra, Hz. Ömer'e r.a. şöyle buyurdu:
- Senin köşkünü de gördüm; yakuttan idi. Orada çokça huriler vardı.
        Bundan sonra, Hz. Osman'a  r.a. şöyle buyurdu:
- Seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm.    
        Daha sonra Hz. Ali'ye r.a. şöyle buyurdu:
- Ya Ali, senin suretini dördüncü semada gördüm; Cibril'e sordum; şöyle anlattı:
- Ya Resullüllah, melekler Ali'yi görmeye müştak (özlemek,can atamak) oldular. Onun için Yüce Hak onun suretinde bir melek yarattı; dördüncü kat semaya bıraktı. Ta ki, melekler onu ziyaret ederler.
Sonra, senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım; kokldım. Oradan bir huri çıktı, perdesini çekti. Ona:
- Sen kimsin?
Diye sordum; şöyle dedi.
- Senin kardeşin ve amcanın oğlu Ali için yaratıldım ya Resulüllah.
        Resulüllah S.A. efendimiz bundan sonrasını şöyle anlattı:
- Önümde bir ayak sesi işittim. Cebrail'e: 
Bu kimin ayak sesidir?
Diye sordum; şöyle dedi:
- Ya Resulüllah müezzininiz Bilâl'in ayak sesidir.
        Rivayet edildiğine göre, Resulüllah S.A. efendimiz, Bilâl'e r.a. şöyle sordu:
- Miraca çıktığım gece, cennette ayağının sesini işittim. Sen ne amel ettin ki, o rütbeye nail oldun?
        Resulüllah S.A. efendimizin bu sorusu üzerine Bilâl r.a. şöyle anlattı:

      - Fazladan bir amelim yoktur. Ancak bir abdest bozduğumda yeniden abdest alırım. Her abdest aldığımda da iki rekat namaz kılarım. 

        Bunun üzerine Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
- İşte, seni önümde yürüttüren bu amelindir.
        Resulüllah S.A. efendimiz devamla şöyle buyurdu:
- Bu arada önümde yine yürüyen bir ayak sesi işittim. Durumu Cebrail'e sordum; şöyle dedi:
- Bu ensardan sabırlı fakir bir hatunun ayak sesidir. Ki o: Milhan kızı Gamsa'nın ayak sesidir.
Yine orada gördüm ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in iki büyük konağı var.
Bunun sebebi şuydu: Biri İsa'nın şeriatı ile amel ettiğinden ötürü verilmişti; diğeri de, ben Resul olup İsa'nın şeriatı kaldırıldığı için, şeriatımla amel ettiğinden verildi. İşbu sebeplerden ona iki derece ihsan olundu.
Bu arada, inciden yapılma kubbeler gördüm; bunların toprağı misktendi.
Cebrail'e sordum:
- Bunlar kimlerindir?
Diye, şöyle anlattı:
- Ümmetinden imamların ve müezzinlerindir.
Bu arada şunu da gördüm: Cafer b. Ebu Talib, meleklerle uçup duruyordu.
Yine cennette amcam Hamza'yı gördüm; cennette bir sedire dayanmış vaziyette oturuyordu.
Hatice'yi cennet nehirlerinden bir nehir üzerinde inciden bir köşk içinde gördüm.

T U B A   A Ğ A C I 

Cennet içinde bir ağaca uğradım; güzellikte ve cemalde onun bir benzerini görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki: Gayet büyük. Dalları her yana yayıldığından, ağaçtan başka bir şey görünmüyor.
O ağaçta öyle güzel bir koku buldum ki, cennet içinde ondan daha güzel bir koku koklamadım.
O ağacın her tarafına baktım. Onun yaprakları beyaz, kırmızı, yeşil, sarı ve çeşitli renklerde cennetin her birine has hulleler (ağır, pahalı giysi)ve libaslardır.
O ağacın yemişleri koca sırıklar gibi idi. Onun her yemişinde; yerin ve semanın ne kadar nimeti ve yemişi varsa, hepsinin rengi, lezzeti, letafeti, kokusu onda mevcuttu.
O ağaca, onun güzelliğine, onun letafetine ve süsüsne hayran kaldım.
- Bu ne ağacıdır?
Dedim; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunun adına Tuba Ağacı derler.

K E V S E R   S U Y U 

Cennetin ortasında bir ırmak gördüm. Arş'ın sütünlarında bir yerden akıyordu. Su, süt, bal ve şarap çıkıyordu. Bunların hiç biri, diğerine karışmıyordu.
Bu ırmağın kenarı zebercedden (zümrüt cinsinden) idi; içinde olan saçılı taşlar cevahirdi. Onun balçığı anber, otları zafirandı. Çevresinde gümüşten su bardakları vardı. Bunların sayısı, gökteki yıldızlardan daha çoktu. Orada kuşlar vardı ki, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yerse, sonra da ırmaktan içse Yüce Hakkın rızasına mazhar olur.
Cebrail'e sordum:
- Bu ne ırmaktır?
Diye, şöyle anlattı:
- Bu Kevser'dir. Ümmetinize bundan haber verin. Cennetin her bağında bahçesinde, mutlaka bu Kevser'den akan bir ırmak vardır. 
Bu Kevser'in kenarında çadırlar gördüm; cümlesi inciden ve yakuttandı. Bunları Cebrail'e sordum; bana şöyle anlattı:
- Bunlar senin hatunların konaklarıdır. 
Bu çadırların içinde ki hurileri gördüm; yüzleri ay ve güneş gibi aydınlık veriyordu. Hep birden sesli şekilde nağmeler terennüm ediyorlardı. Şöyle diyorlardı:
- Biz nağmeler söyleriz; hiç bıkmadan. Biz şarkılar söyleriz; hiç yorulmadan. Biz giysilerle donanmışız; hiç soyulmayız. Biz gençleriz; hiç ihtiyar olmayız. Biz, hep varız; hiç darılmayız. Biz hep kalırız; hiç ölmeyiz. Biz, onların; onlar da bizim olanlara ne mutlu.
Bunların sesleri cennetin köşklerine ve ağaçlarına erişiyor; onlardan sesler ve nağmeler peydah oluyordu. O seslerin bir parçası dünyaya erişmiş olasaydı; dünyada ne mihnet (üzüntü, sıkıntı) kalırdı; ne de ölüm. 
Cebrail bana şöyle dedi:
- Bunların güzelliğini görmeyi ister misin?
Şöyle dedim:
- İsterim.
Bunun üzerine bir çadırın kapısını açtı; baktım. Öyle suretler gördüm ki, ömrümü onu anlatma geçirsem, yine bitiremem. Onların yüzleri sütten beyaz, dudakları yakuttan kırmızı, güneşten nurlu idi. Derileri kırmızı gülden ve ipekten daha yumuşaktı. Aydan da daha aydınlık idi. Kokuları miskten daha latifti. Saçları gayet siyahtı; kiminin saçı örülmüş; kiminin saçı salınmıştı. Kiminin saçı da dürülmüştü. Salınmış saçlısı bir yere otursa, saçları çadır gibi iniyor; ayaklarına ulaşıyordu. Her birinin önünde bin tane hizmetkârı vardı.
Cebrail şöyle dedi:
- Bunlar senin ümmetlerin içindir.
Cennette gördüğüm hayret verici şeylerden biri de orada akan dört ırmaktı.
         Allah-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:
- Cennette: rengi, kokusu, hiç bir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar. Tadına helal gelmeyen sütten ırmaklar. İçenlere lezzet veren şaraplar. Süzme baldan ırmaklar vardır. (47/15)
        Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim. Şöyle buyurdu:
Cebrail'e dedim ki:
- Bu ırmaklar nereden gelir? Ve nereye gider?
Şöyle anlattı:
- O kadarını bilirim ki, Kevser havuzuna akarlar. Ama nereden geldiğini bilmem. Yüce Hak katında senin kerametin çoktur. İstersen sana bildirir.
Bu düşüncede iken, bir melek gördüm; büyüklüğünü Allah'tan başkası bilemez. Çokça kanatları vardı. Bana şöyle dedi:
- Bir kanadıma mübarek ayaklarını koy; gözlerini yum.
Ben de onun dediği gibi yaptım; o mubarek melek uçtu. Sonra bana:
- Mübarek gözlerini aç.
Dedi. Bende onun  dediği gibi yaptım. Gözlerimi açınca, bir ağaç gördüm; o ağacın altında ise, bir kubbe gördüm. O kadar büyüktü ki, dünyanın tümünü o kubbenin üzerine koysalar, büyük bir dağın üzerine bir kuş konmuş gibi olurdu. O kubbenin, altından kilidi vardı. Kapısı zeberceddendi. Gördüm ki, o dört ırmak bu kubbeden çıkıyor. Bunu gördükten sonra, dönmek istedim; o melek bana şöyle dedi:
- Neden bu kubbenin içine girip işin aslına vâkıf olmak istemiyorsun.
- Kapısı kilitli.
Dedim, şöyle dedi:
- Onun anahtarı sendedir.
- Ya, bunun anahtarı nedir?
Deyince, o melek şöyle dedi:
- BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim olan Allah'ın adı ile.)
Söyle; o kapı açılır.
Bende ileri vardım:
-  BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim olan Allah'ın adı ile.)
Dedim; kapı hemen açıldı. Gördüm ki, o kubbenin dört duvarından bu dört ırmak akıyor. Sonra bana:
- Dikkatli bak.
Dedi. Baktım ki onun duvarının bir tarafında BİSM (ismi ile), bir tarafında ALLAH (Allah'ın), bir tarafında ER-RAHMAN (Rahman), bir tarafında da ER-RAHİM (Rahim) yazılmış.
Su ırmağı BİSM'in MİM gözünden akıyordu.Süt ırmağı ALLAH'ın HA gözünden akıyordu.Şarap ırmağı ER-RAHMAN'ın MİM gözünden akıyordu.Bal ırmağı ER-RAHİM'in MİM gözünden akıyordu.
Böylece, gördüm ki, o dört ırmak bu dört kelimeden çıkıyor.
Buradan gitmek istediğim zaman, bana bir hitap geldi:
- Bir kimse beni bu kelimelerle anarsa halis bir kalple:
- BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim olan Allah'ın adı ile.) 
   Derse, bu dört ırmaktan ona içiririm.
Âlemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun.
Sonra.
Cennette köşkler gördüm; inciden ve yakuttandı. Her birinin arası mağrıpla maşrık arası kadardı. Cebrail'e sordum:
- Bu köşkler kimindir?
Şöyle anlattı:
- Bir âmâyı elinden tutup yedi adım götürenlerindir.
- Bunu ümmetime müjdeliyeyim mi?
Dedim; şöyle dedi:
- Müjdeleyin; ama bundan daha büyük bir müjde vardır, onu da müjdeleyin. Şudur: Bir mümin sabah kalkıp:
- LÂ İLÂHE İLLALLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur.)
Dedikten sonra abdest alarak namaz kılarsa, Yüce Hak onun için cennette tamamı yirmi dünya büyüklüğünde mağripten maşrıka kadar mekân ihsan eder.
Bundan sonra İdris'i a.s. gördüm; selâm verdim. Selamımı tam tazimle aldı; bana:
- Merhaba.
Dedi. Şöyle dedim:
- Güzel bir makama eriştin.
Böyle deyince bana dedi ki:
- Ne olurdu, keşke dünyada olup senin ümmetinden sayılaydım.
Şöyle dedim:
- Can acısından selâmet bulup bu yüce makama eriştin; dünyayı neylersin?
Bu kerre de şöyle dedi:
- Dünya yaratıldıktan bu ana kadar cümle yaratılmışların can acısını çekeydim; ama senin didarınla müşerref olaydım; böylece de ümmetin olaydım.
Şöyle sordum:
- Ey kardeşim İdris, böyle istemenin sebebi nedir?
Şöyle anlattı:
- Hangi köşkü görsem, hangi huriye teveccüh etsem şöyle diyorlar:
- Biz Muhammed ümmetine aitiz. 
Bu arada bir dağ gördüm; onun adına:
Cebel-i Rahmet. (Rahmet Dağı)
Derler. Baş yüksekliği Arş'a erişmişti; misk ve anberdendi.
O dağa iki kapı tertip etmişler; ikisi de ak gümüşten. Bir kapı ile diğerinin arası şu kadar ki: Bir kimse, bir ata binip süratle beş yüz yıl koştursa, bir kapıdan öbürüne ulaşamaz.
İçinde o kadar köşkler ve saraylar vardı ki, onların sayısını yapmak mümkün değil. Keza, onların güzelliğini anlatmak da mümkün değildir. Sordum:
- Bu köşkler hangi peygamberlerindir?
Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Bu, peygamberler makamı değildir. Ümmet-i Muhammed'den bir kimse iki rekat namaz kılarsa, ona buradan bir makam veririm.
İşte, anlatılan sebeplerden ötürü, senin ümmetinden olmayı talep ettim.
Nihayet: Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, beşer kalbine gelmeyen nimetler gördüm. 
Bundan sonra, Cebrail ile cennetten çıktık. Yedinci semaya indim. Burada İbrahim peygamberle görüştüm. Merhabalaştık; miracımı kutladı. Bana başka bir şey sormadı.
Bundan sonra, altıncı semaya indim; burada Musa ile görüştüm. O da miracımı kutladı; merhabalaştık. Sonra bana sordu:
- Ya Resulüllah, ümmetine ne emrolundu?
Şöyle anlattım:
- Bir gün ve bir gecede elli vakit namaz, bir yılda altı ay oruç, cenabetten yedi kere gusül, murdarlık bulaşan yeri yedi kere yıkamak.
Bunları dinledikten sonra Musa şöyle dedi:
- Ümmetin bunlara güç yetiremez; hepsini eda edip yerine getiremez. Vallahi senden evvel ben insanları tecrübe ettim. Ümmetim olan Beniisrail'e türlü türlü vasiyetler, ahdler ve ikna yolundan çeşitli çarelere başvurdum. Yine de yerine getiremediler. Ümmetin için, bunların hafifletilmesini Rabbından rica eyle.
Bunun üzerine döndüm; Sidre-i Münteha'ya vardım secde eyledim. Niyaz ederek şöyle dedim:
- Ya Rabbi, ümmetim zayıftır; elli vakit namaza, altı ay oruca, yedi kere gusle, onlar ve ben takat getiremeyip kusur ederiz. Lütuf ve kerem olarak bunları hafiflet.    
Bu niyazım üzerine, on vakit namaz, bir ay oruç, bir gusul kaldırıldı.
Döndüm: Musa'ya geldim. Durumu anlattım; şöyle dedi:
- Ümmetin kırk vakit namazı, beş ay orucu, altı kere guslü yerine getiremeyip kusur ederler. Ümmetine acı, hafifletilmesini iste.
Bunun üzerine, tekrar Sidre-i Müntaha'ya varıp hafifletilmesini rica ettim.
Yine on vakit namaz, bir ay oruç, bir kere gusül kaldırıldı. 
Yine Musa'ya geldim; durumu haber verdim. Şöyle dedi:
- Ümmetin zayıftır. Otuz vakit namazı, dört ay orucu, beş kere guslü yerine getiremezler; kusur ederler. Bunun hafifletilmesini iste.
Tekrar gittim; secde eyledim. Bu emrin dahi hafifletilmesini istedim; hafifletildi. Gelip durumu Musa'ya haber verip müşavere ettim; taa, sonunda:
- Ümmetin, bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılsın; yılda bir ay ramazan orucu tutsunlar; cenabetten bir kere gusül etsin; murdarlıktan  elbiselerini bir kere yıkasınlar.
Emrini alıncaya kadar. Bu emri de, dönüp geldim Musa'ya anlattım:
- Beş vakit namaz, bir ay oruç, bir kere gusül, necasetleri bir kere yıkamakla emrolundum.
Dedim. Musa a.s. şöyle dedi:
- Yine hafifletilmesini iste.
Dedim ki
- Çok talep ettim; her talep ettiğimde de hafifletildi kerem olarak. Tekrar hafifletilmesini istemekten utanırım. Artık bunu kabul ettim.
Musa'yı geçtikten sonra Rabbimden bir nida geldi:
- Kullarımın ibadetlerini hafiflettim; beş vakit namazı imzaladım. Ya Muhammed, beş vakit namazı kılsınlar, onlara elli vakit namazı kılmış gibi sevap ihsan ederim.
Ümmetinden her kim, bir iyilik işlemek niyet edip sonra yapamazsa, onun niyetine göre bir sevap ihsan ederim. Hatta, yedi yüze varıncaya kadar, kat kat sevap ihsan ederim. Şayet bir günah işlemeye kasd eder de yapmazsa, o işi etmediği için  sevap veririm. Şayet kasd ettiğini yaparsa, onun için bir günah yazarım.
Sonra.
Cebrail'in kanadına binip Beyt-i Makdis'e geldim. Burak'ı bağladığım halkayı gördüm. Mescide girip Allah-ü Taâlâ'ya şükür niyeti ile iki rekat namaz kıldım. Yüce Hakkın bu fazlına, keremine, lütuf ve ihsanına hamd ettim.
Bundan sonra Burak'a binip göz açıp kapayacak kadar az zaman içinde, Mekke'ye geldim. Allah'ın kudreti ile yatağımın henüz ısısını gitmemiş buldum.
        Ammar r.a. şöyle anlattı:

        - Resulüllah S.A. efendimizin miracı üç saatte oldu; bitti.

        Abdullah b. Münebbih ise, şöyle anlattı:

        - Resullüllah S.A. efendimizin miraca gidişi gelişidört saatte olup bitti.

     Sonuç olarak; bu husuta tam bilgi Allah katındadır. Ve bu miracı tasdik edip tam itikatla inanmak farzdır. İnanmayıp Resulüllah S.A. efendimizin Kudüs'e kadar gittiğini inkâr eden kafir olur. Çünkü, bu husuta kati kesin delil vardır; Kur'an-ı Azimüşşan'la sabittir. Çünkü, Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
- Kulunu, bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar götüren o Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. (17/1)
       Mescid-i Aksa'dan (Kudüs'ten) semalara çıkmasını inkâr eden bid'atçı ve delâlet ehlidir. Çünkü, Resulüllah S.A. efendimizin semalara yükselmesi çeşitli yollarla çıkarılan hadis-i şeriflerle tespit edilmiştir. Cümlesine inandık ve tasdik eyledik.

        İşte, Resulüllah S.A. efendimize M İ R A C şerefi ihsan edildiğinden ism-i şerifine:

        - S A H İ B ' ÜL - M İ R A C.

        Denildi. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.