A L T I N C I S E M A
Bundan sonra ALTINCI SEMAYA çıktım.Bu semayı Yüce Hak sarı yakuttan yaratmış. Adına:
- Halisa.
Derler. Buranın bekçisine de:
- Semhail.
Derler.
Daha önce anlatılan usulde kapının açılması istendi. Belli sual ve cevap alındıktan sonra kapı açıldı; içeri girdik.
Oranın bekçisi Semhail'i gördüm; hizmetinde altı yüz bin melek vardı. Her meleğin emrinde ise, ayrıca altı yüz bin yardımcı var. Hepsi de şu tesbihi okuyorlardı:
- Kerim Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Açılan nur Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, semalarda olanların ilâhı odur; yerde olanların ilâhı odur. (1)
Semhail'e selam verdim; selamımı aldı. Tam manası ile bana tazim etti.
Sonra:
- Allah-ü Taâlâ senin hasenatını, kerametlerini, kalbinin nurunu bereketli kılsın.
Diye duâ eyledi; ben de onun bu duâsına:
- Amin!
Dedim.
Bunu geçtikten sonra, büyük bir melaike zümresine vardım. Bunlara:
- Kerrubiyyun.
Adı veriliyordu. Bunların adedini ancak Allah-ü Taâlâ bilir. Bunların başkanı bir ulu melektir ki, yalnız bu ulu meleğin yetmiş bin melek hizmetçisi vardır. Her hizmetçisinin de yetmiş bin yardımcısı var. Bunlar yüksek sesle tesbih ve tehlil okuyorlardı. Bunları geçtikten sonra, kardeşim Musa'yı gördüm. Selam verdim. Selamımı aldı; kalktı, beni iki gözlerimin arasından öptü. Sonra şöyle dedi:
- Seni bana gösteren Allah'a hamd olsun.
- Ve. Benim için Yüce Hak'tan nice kerametlerin müjdesini verdi; şöyle dedi:
- Bu gece sen, Mevlâ'nın cemali ile münevver ve münacaatt-ı Huda ile mükerrem olacaksın. Zayıf ümmetini unutma. Sana ne ihsan olunursa, ondan ümmetine de nasib iste. Eğer bir şey farz olursa, mümkün olduğu kadar hafif olmasını talep eyle.
- Musa'nın okuduğu tesbih duâsı şuydu:
- Dilediğine hidayet nasip eden Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğini dalâlette bırakan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Gafur Rahim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (2)
Musa'dan ayrıldığımda ağladı. Sordum:
- Ağlamanın sırrı nedir?
Diye. Şöyle anlattı:
- Yeni bir zat benden sonra peygamber oldu; onun ümmeti benim ümmetimden daha fazla cennete girecektir.
Bunu geçtikten sonra Mikâil'e eriştim. Büyük bir kürsiye oturmuştu. Önünde büyük bir terazi vardı. O terazinin her gözü, yerler ve gökler sığacak kadar büyüktü. Önünde nice nice tomarlar vardı.
Yanına varıp selam verdim. Selamımı aldı; kalkarak tazim eyledi. Bana şöyle duâ etti:
- Allah-ü Taâlâ senin kerametini ve sürurunu artırsın.
Onun bu duâsına karşılık ben de:
- Amin!
Dedim. Sonra bana şöyle bir müjde verdi:
- Senin ümmetine olan hayır ve keramet, hiç bir ümmete müyesser olmamıştır. Onların mizanı cümlesinden ağırdır. O kimseye saadetler olsun ki, sana tabi olup sever. Vay o kimsenin haline ki, sana isyan eder.
Mikâil'in yanında o kadar çok melek vardı ki, onların adedini ancak Allah-ü Taâlâ bilir. O meleklerin hepsi bana şöyle dediler:
- Cümlemiz senin fermanına itaatkârız. Daima sana salavat okuruz. Adem'in yaratılmasından yirmi beş bin yıl evvelinden bu ana gelinceye kadar, her ne miktar yağmur ve kar yağdıysa; onların her katresine bir melek hizmet ederek indirir. Ne kadar bitki, meyve, hububat biterse, her birine bir melek hizmet eder. Hizmetini de tam yapar. O hizmette bir kere bulunan meleğe kıyamete kadar bir daha sıra gelmez. Onların çokluğu ne kadardır; buna göre kıyasla.
O meleklerin tesbihi şuydu:
- Her mümünin ve kâfirin Rabbi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Noksan sıfatlardan münezzehtir o zat ki, hamile kadınlar onun heybetinden içlerinde kilerini düşürürler. (3)
Mikâil'il tesbihi de şuydu:
- Pek Yüce Rabbim, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. (4)
Bir rivayette şöyle anlatıldı:
- Her kim yukarıda anlatılan :
Tesbihi okumaya devam ederse, o kimse öldüğü zaman, Mikâil kendisine rahmet meleği ile hediye gönderir. Her kimİn ki kabrine rahmet meleği gelir; o kimse kabir azabından emin olur.
Bu mana icabıdır ki, Rasulüllah S.A. efendimiz:
- Pek Yüce Rabbim, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
Tesbihini sünnet eyledi. Ta ki, ümmeti secdelerinde o tesbihe devam etmek sureti ile anlatılan saadete nail olalar.
Rasulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- Bundan sonra yeşil ve nurlu bir denize eriştim. Burada o kadar melâike vardı ki, bunların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir; ondan başka kimse bilmez. Bunların tesbihi şuydu:
- Kadir Muktedir olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. En keremli kerim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Celil Azim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (5)
Sordum:
- Bu hangi deryadır?
Cebrail şöyle anlattı:
- Bunun adına:
- Yeşil Deniz derler.
Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Altıncı sema meleklerine imam oldum; iki rekat namaz kıldım.
Y E D İ N C İ S E M A
Bundan sonra YEDİNCİ SEMAYA çıktık.Hak Taâlâ bunu nurdan yaratmıştı. Bunun adına:
- Gariba derler.
Bu semaya bakan meleğin ismine de:
- Efrail derler.
Cebrail, daha önceki sema kapılarında olduğu gibi, kapının açılmasını istedi; içeriden sual geldi. Cebrail o suallerin cevabını verdi. Sonra, kapı açıldı; içeri girdik; Efrail'i gördüm.
Bunun yedi yüz bin hademesi vardı. Her hademenin de yedi yüz bin avanesi vardı.
Bunların okuduğu tesbih şuydu:
- Öyle Yüce Sübhan Zattır ki, semayı tavan yapıp yükseltti. Öyle Yüce bir Zattır ki, yeri yaydı ve döşedi. Sübhan'dır o Yüce Zat ki, yıldızları doğdurdu; onları (veya yere) süs eyledi. Öyle Sübhan bir Zattır ki, dağları yerleştirdi, onlara kurulu bir düzen verdi. (6)
Efrail'e selam verdim. Sevinerek selamımı aldı. Bana nice ikramların ve hasenatın kabulü müjdesini verdi.
Her semanın (bu semanın olabilir) kapısı üzerinde şu cümle yazılı idi:
- Allah'tan başka ilah yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ve.. Ebu Bekir Sıddık.. (LÂ İLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RESULÜLLAH VE EBU BEKİR'İN'İS-SIDDIK)
Burada bir melek gördüm; başı arşla beraberdi. Ayakları da yerin zemininde idi. O kadar büyüktü ki: Yüce Hak ona izin verse, yedi kat gökleri bir lokma edip yutardı.
Bu meleğin tesbihi şuydu:
- Varlığını celali ile perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Rahimlerdekine dilediği sureti veren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (7)
Bundan sonra bir melek gördüm; bu meleğin yedi yüz bin başı vardı. Her başında da yedi yüz bin yüzü vardı. Her yüzünde de yedi yüz bin ağzı vardı. Her ağzında da yedi yüz bin dili vardı. Her dili ile, yedi yüz bin lügat konuşuyordu. Konuştuğu dillerin hiç biri diğerine benzemiyordu.Bu meleğin ayrıca yedi yüz bin kanadı vardı.
Bu melek, her gün cennette olan nur deryasına yedi yüz kere dalıyordu. Her dalıp çıktıkça, silkiniyor; sıçrayan her damlasından Yüce Hak kudreti ile bir melek yaratıyordu. Ondan yaratılan her melek, Yüce Hakkı şöyle tesbih ediyordu:
- Sübhansın şanın ne kadar yüce. Sübhansın makamın ne kadar üstün. Sübhansın efendim, halkına merhametin ne kadar çok. (8)
Bunu geçtikten sonra bir melek gördüm; bir kürsü üzerine oturmuştu. Başı arş altında, ayakları da yerin dibinde idi. O kadar büyüktü ki: Dünya ve içindekiler ona ancak bir lokma olurdu. Kanadının bir ucu mağripte, bir ucu da meşrıkta idi.
Yedi yüz bin melek onun hizmetine durmuşlardı. Bu meleklerden her birinin eli altında yedi yüz bin melek vardı.
- Bu kimdir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bu İsrafil'dir.
Gidip selam verdim. Selamımı aldı; bana çok müjdeler verdi.
Bunun tesbihi şöyleydi:
- Duyan ve bilen Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisini halka perdeleyen Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Rabbimiz tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. (9)
Bundan sonra, bir kimseyi gördüm ki: Nura gark olmuş. Gayet heybetli ve vekarlı bir şekilde bir kürsü üzerinde oturmuştu. Önünde çokça çocuklar vardı. Sordum:
- Ey Cebrail bu kimdir? Ki büyük bir nuru, çok vekarı ve heybeti var. Önünde duran sıbyan çocuklar kimlerdir?
Cebrail şöyle anlattı:
- O sizin büyük ceddiniz İbrahim'dir. Seni ve sana iman eden ümmetini sever. Âlemlerin Rabbı Yüce Allah'a niyaz edip, senin ümmetine iyilikte bulunmak diledi. Yüce Hak, onun bu dileğini kabul buyurdu; o sıbyan çocukları verdi. Onlar, senin ümmetin büluğa ermeden ölen kız ve erkek çocuklardır. Onların terbiyesini, Hak Taâlâ İbrahim'e bıraktı. Onları kıyamete kadar terbiye edip ilim ve edep öğretecektir. Onları kemaliyle yetiştirdikten sonra, mahşer günü önüne katıp arasat meydanına getirecektir. Oradan, Yüce Allah'ın manevi huzurunda durup şu niyazda bulunacaktır:
- Ya Rabbi, bunlar habibin Muhammed'in S.A. büluğa ermeden ölen sabileridir; emr-ü fermanın ile ilim ve kemalle onları yetiştirdim; yüce dergâhına getirdim. Kerem, lütuf ve ihsan senindir.
Onun bu niyazı üzerine, Yüce Hak, azamet ve celali ile şöyle buyuracaktır:
- Ey çocuklar, gidin cennete girin.
Bu ilâhi hitab üzerine onlar şöyle diyeceklerdir:
- Rabbimiz fazlınla, ihsanınla analarımızı ve babalarımızı bize bağışla.
Yüce Hak, tekrar şöyle buyurur:
- Size sorgu sual yoktur; varın cennete girin; ama babalarınız ve analarınız için sorgu sual vardır; hesap vardır.
Bunun üzerine, o çocuklar şöyle niyaz ederler:
- Rabbimiz, biz onları ayrılığımızla dünyada mahzun ettik. Bu gün, her yana yaygın rahmetinle onları mesrur edelim.
Onların bu yakarmalarına acıyan Kerim ve Rahim olan Yüce Allah tazarru ve niyazlarını kabul buyurur:
- Gidin, Kevser havzından şarap alın; babalarınıza ve analarınıza içirin.
Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi:
- Öne geç; İbrahim'e selam ver.
Ben de, gittim; selam verdim. Bana tazim edip selamımı aldı. Sonra şöyle dedi:
- Hoşgeldin, ey salih oğul, ey salih peygamber.
Sonra şöyle devam etti:
- Ey oğul, sen bu gece âlemlerin Rabbının cemalini müşahade ile müşerref olacaksın; türlü türlü lütufların mazharı olacaksın. Ümmetin ise, cümle ümmetlerin âhiri ve çok zayıfıdır. Onlara şefkat edip Rabbinden dile.
Devam etti:
- Ya Muhammed, ümmetine benden selam eyle. Onlara haber ver: Dünya fanidir; zevali çabuk olacaktır: Allah katında ise, hor ve hakirdir. Yüce Hak, dünyaya sineğin kanadı kadar itibar etmemiştir. Onun süslerine aldanıp, saraylarına ve güzel elbiselerine, türlü türlü yemeklerinin lezzetine, hizmetçilerine ve haşmetine gönül vererek aldanıp ömürlerini boşa geçirmesinler. Âhiret bakidir. Gece gündüz pâk şeriatınla, hidayete ileten sünnetinle amel edip Alla-ü Taâlâ'nın rızasını tahsile çalışsınlar. Cennetin yeri boldur. Oraya çokça ağaç diksinler.
Sordum:
- Cennete nasıl ağaç dikilir?
Şöyle anlattı:
- Şu tesbih duâsıdır: Allah sübhandır, hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. En büyük Allah'tır. Güç, kuvvet yüce ve azim olan Allah'ındır. (10)
Bu tesbihi okusunlar. Bunu her okudukça, cennete bir ağaç dikilir.
Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Yedinci sema meleklerine imam olup iki rekat namaz kıldım.
(1) Subhan'el kerim, sübhan'en nur'ül mübin, sübhanellezi hüve ilâhü men fissemevati ve ilâhü men fil arzi.
(2) Sübhan'el hadi men yeşaü, sübhan'el mudillü men yeşaü, sübhan'el Gafur'ür Rahim.
(3) Sübhane Rabbi küllü mü'minin ve kâfirin, sübhane men tadau min heyeetihi ma fi butuniha'l havamillü.
(4) Sübhane Rabbiy'el alâ.
(5) Sübhan'el kadir'il muktedir, sübhan'el kerim'il ekrem, sübhan'el celil'il azim.
(6) Sübhan'ellezi satahaes semavati ve rafaaha, sübhan'ellezi basat'el arza ve feraşaha, sübhan'ellezi etlaal kevakibe ve ezhereha, sübhan'ellezi ersa'l cibale ve heyyeeha.
(7) Sübhan'el muhtecibi bi celâlihi, sübhan'el musavviri fil'erhami ma yeşaaü.
(8) Sübhaneke ma a'zame şanüke, Sübhaneke ma a'zame mekânüke, Sübhaneke seyyidi ma erhameke bi halkıke.
(9) Sübhan'es semiil alim, sübhan'el muhtecibi an halkıhi, sübhane Rabbina ve Teâlâ.
(10) Sübhanallahi vel hamdü lillhi ve lâ ilâhe illallahü vellahü ekber. velâ havle velâ kuvvete illâ billah'il aliyy'il azim.
0 Comments
Yorum Gönder