miraç.jpg-Miraç Hadisesi- Detaylı Anlatım-kuran bahcesi.blogspot.comÜ Ç Ü N C Ü   S E M A

Bundan sonra üçüncü kat semaya yükseldim.
Yüce Hak, bu semayı bakırdan yaratmıştı. İsmine:
Zeytun.
Derler. Buranın kapıcısına da:

Arinail.
Derler. Bunun kapısı ak incidendi. Üzerinde nurdan kilidi vardı. Cebrail o kapıyı çaldığı zaman, oranın bekçisi Arinail şöyle sordu:
- Kapının açılmasını isteyen kimdir?
Cebrail'im.
Deyince, tekrar sordu:
- Ya yanında ki kimdir?
Muhammed'dir.


 

Cevabını alınca tekrar sordu:
- Ona peygamberlik verildi mi?
- Evet verildi.
Cevabını aldı. Tekrar sordu:
- Onun için bir davet ve talep vaki oldu mu?
- Evet davet ve talep vaki oldu.
Cevabını alan Arinail:
- Merhaba hoş geldin; ne güzel gelici geldi.
Deyip kapıyı açtı.
İçeri girince gördüm ki: Arinail gayet azametli ulu bir melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin tesbihi de şöyleydi:
- Bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine duâ edenlerin duâsına icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (1)
Bu meleğe selâm verdim. Tam tazimle selâmımı aldı. Bana çeşitli üstün nimetlerin müjdesini verdi.
Bunu geçtikten sonra, çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı. Cümlesi secde etmişlerdi. Secdelerinde şu tesbihi okuyorlardı:
- Bilgin yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisinden başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüceler yücesi Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. (2) 
Devamlı olarak bu tesbihi okuyup duruyorlardı. Cebrail şöyle dedi:
- Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle, bu ibadet ümmetine ihsan olunsun. 
Ben duâ ettim; ümmetime namazda secde emrolundu.
Secdenin iki olmasının sebebi şudur: Onlara selâm verdiğim zaman, başlarını secdeden kaldırıp selâmımı aldılar, tekrar secdeye vardılar. Bunun için ümmetime iki secde farz oldu.
Bunları geçtikten sonra Yusuf a.s. gördüm; gayet güzeldi. Güzelliğin yarısı ona ihsan olunmuştu.
Selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı, beni merhabaladı. Benimle müsafaha etti. Türlü kerametlerin müjdesini bana verdi. Ve bana: Hayır duâda bulundu.
Yusuf'un tesbihi şuydu:
- Kerem sahiplerin en keremlisi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Benzeri olmayan tek Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (3)
Bunu geçtikten sonra Davut a.s. ve oğlu Süleyman'ı a.s. gördüm. Selâm verdim; selâmımı tazimle aldılar. Bana müjdeler verip şöyle dediler:
- Bu gece ümmetine şefaat ve Rabbinden selâmette olmalarını niyaz eyle.
Bana böyle bir tavsiyede bulundular.
Davud'un tesbihi şuydu:
 - Nurun yaratıcısı noksan sıfatlardan münezzehtir. Tevbeleri kabul buyurup hibeler ihsan eden Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (4)
Süleyman'ın okuduğu tesbih de şöyleydi:
- Malın mülkün sahibi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kahir cabbar olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Tüm işler, zatında biten Yüce Allah sıfatlardan münezzehtir. (5)
Bu meleği geçtikten sonra, bir meleğe ulaştım. Bir kürsüde oturmuştu.
Bu meleğin yetmiş başı, yetmiş kanadı vardı; her kanadı mağribi, maşrıkı kuşatırdı. Çevresinde koca koca melekler gördüm. Bunlardan her birinin boyu son derece uzundu. Bu melekler, bir taifeye azap ediyorlardı.
Sopalarla dövüp parçalıyorlardı. Sonra, o parçalar bütün oluyordu; melekler de azaba yeniden başlıyordu.
O büyük meleğin kim olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bu meleğin adına: 
Sohail.
Derler. Onların azap ettikleri de, senin ümmetinden zalim cebbar mütekebbir kimselerdir. Kıyamete kadar onlara azap ederler.
Bunların tesbihleri şuydu:
- Cebbarların çok çok üstünde olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Sataşanların üstünde büyük saltanatı bulunan Yüce Zat tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya güçlü Yüce Zat bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. (6)  
Bundan sonra, ateşten bir deniz gördüm. Çevresini sert, şiddetli melekler sarmıştı.
- Bu nedir?
Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı:
- Bunun adı: Saak Denizi'dir. Gökten yere yakıcı gürültüler ve yıldırımlar bu meleklere iner.

Bu mana Kur'anı Kerim'de şöyle anlatıldı:

- Allah'ü Taâlâ yıldırımlar gönderir; bunları istediğine isabet ettirir. (13/13)

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- Bundan sonra bir kapı gördüm; kâfurdandı. Bunun alt eşiği, yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu kapının iki kanadı vardı. Yer ve Gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret ettim:
- Bu ne kapıdır?
Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı:
- Bu kapının adı BAB'ÜL - EMAN'dır.
Tekrar sordum:
- Neden buna:
- BAB'ÜL - EMAN denildi.
Bu soruma da şu cevabı verdi:
Yüce Hak cehennemi yarattı; içine de çeşitli azaplar koydu. Cehennemden bir nefes zuhur eyledi. Bunun üzerine cümle yer ve gök ehli Yüce Hakka sığınıp eman diledi. Bundan sonra, izzet sahibi Yüce Hak, bu kapıyı cehennemle cümle kâinat arasında yarattı. Ta ki: Yedi kat yerlerin ve yedi kat göklerin ehli emanda bulunalar. Bu mana icabıdır ki, bu kapının adına:
BAB'ÜL - EMAN.
Denildi.
Arkasında neler bulunduğunu görmek için, o kapının açılmasını istedim.
Cebrail şöyle dedi:
- Bunun ardında cehennem vardır; neylersiniz?
- Muhakkak görmek isterim.
Deyince, şu ilahi ferman sadır oldu:
- Ey habibim, parmağınla işaret et; kapı açılır.
Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim; gördüm ki: Demirden büyük bir minber var. O minberin altı yüz bin ayağı vardı. Onun üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu. Ateşten ipler büküyor; ateşten zincirler ve prangalar yapıyordu. Gayet şiddetli ve korkunç yüzlü idi. Pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi. Başını önüne eğmiş şu tesbihi okuyordu:
- Güçlü sultan olduğu halde zulmetmeyen o Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Düşmanlarından intikam alan  Yüce Zat noksat sıfatlardan münezzehtir. Dildeiğine bol ihsanda bulunan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine bir benzer olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (7)
Ağzından dağlar gibi ateş çıkıyordu. Burnundan alevler fışkırıyordu.
Bu melek, çok hışımlı ve öfkeli idi. İki gözü ateş saçıyordu.
Onun her bir gözü, dünyanın tamamı kadardı.
O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. Allah'ü Taâlâ'nın lufu, keremi, inayeti olmasaydı helâk olurdum. Cebrail'e sual edip:
- Bu kimdir? Onu görünce, vücuduma titreme düştü.
Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı:
- Siz korkmayın; çünkü sizin için korku yoktur. Bu cehennemin kapıcısı Malik'tir. Allah'ü Taâlâ onu gazabından yaratmıştır. Yaratıldığından bu yana hiç gülmemiştir. Her an, gazabı artmaktadır. Onun yanına varın, selâm verin.
Bunun üzerine gidip selam verdim. O kadar meşguldü ki, başını bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi:
- Ey Malik, sana selâm veren Allah'ın Resulü Muhammed'dir.
Cebrail, beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince, kıyam edip bana tazim için, türlü saygı dilleri döktü ve ikramlar eyledi. Sonra şöyle dedi:
- Ya Muhammed, sana müjdeler olsun: Yüce Hak sana çokça kerametler ihsan eyledi. Senden hoşnuddur. Senin vücuduna cehennem ateşini haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı. Yüce Hak bana emreyledi: Senin ümmetin asilerine merhamet eyleyeyim. Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.
Bundan sonra Cebrail'e dedim ki:
- Buna söyle bana cehennemi göstersin.
Cebrail, ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sığadı; o duman yok oldu. Bana da şöyle dedi:
- Buradan içeri bakın.
Bakınca gördüm ki, cehennem: Birbirinin altında yedi tabakadır. En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı diğerlerinden hafiftir.
İkincisi leazdır. Buraya Nasara (hıristiyan) girecektir.Üçüncüsü hutamedir. Buraya Yahudiler girerler.Dördüncüsü sairdir. Buraya da Sabiler girerler.Beşincisi sakardır. Buraya da Mecusiler girerler.Altıncısı cahimdir. Buraya da müşrikler girerler.Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir. Birde Allah'lık davası güdenler girerler. Meselâ: FiravunNemrud gibileri. 
Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmaya takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca gördüm ki; orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde, ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum:
- Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolunanlar kimlerdir?
Şöyle anlattı:
- Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da, büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki; büyüklük, celâl ve ikram  sahibi Yüce Allah'a mahsustur. 
Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyordu. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azap ediyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Dedim; Malik şöyle anlattı:
- Bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; karınları dağlar gibi şişmişti. İçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçleri yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum:
-Bunlar kimlerdir?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden faiz yiyenlerdir.
Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunları saçlarında asmışlardı.
Bunlar için:
-Kimlerdir?
Diye sordum; Malik şöyle anlattı:
- Bunlar şu kadınlardır ki; yüzlerini ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler.
Bundan sonra, bir takım kadın ve erkek gördüm; bunların dillerinden ateş çengellere asmışladı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Dedim; Malik şöyle anlattı:
- Bunlar yalan yere şahadet edenlerdir. Koğuculuk yapıp söz gezdirenlerdir.

Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisini memesinden asmışlar; kimisini de ayaklarından başaşağı asmışlardı. Bunlar feryad ve çığlık atıp duruyorlardı.
- Bunlar kimlerdir?
Dedim; şöyle anlattı:
- Bunlar zina edenlerdir; ayrıca, cocuklarını düşürüp katil işi işleyenlerdir.

Bundan sonra bir alay kadınlar gördüm; bunlar kendi yanlarının etlerini koparıp ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onları:
- Yiyin.
Diyerek zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu. Bu şekilde onlara azap ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karşı ayıplar; zemmederler (onları gülünç hale koymak ) . Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederk insanları alaya alırlar.    

                                                                                         Devamı 8. Bölümde...    

    

  



(1) Sübhan'el'mutiil-vehhab, sübhan'el-fettah'il- alim, sübhan'el-mücibi limen deâhü.
(2) Sübhan'el-halik'il-azim, sübhanellezi lameferre velâ melcee minhü illâ-ileyhi, sübhan'el-aliyy'ül-alâ.
(3) Sübhan'el-kerim'il-ekremi, sübhan'el-celil'il-ecelli, sübhan'el-ferd'il vitri, sübhan'el-ebedyiyy'il-ebedi.
(4) Sübhane halik'ın-nuri, sübhan'el-tevvab'il-vehhab.
(5) Sübhane malik'il-mülâki sübhan'el-kahir'il- cebbari, sübhane men ileyhi tasir'ül ümur.
(6) Sübhane men hüve fevk'al-cebbarin, sübhan'el-müsallitı fevk'al-müsallitin, sübhan'el-müntakimi mimmen asahü. 
(7) Sübhanellezi l^yecurü ve hüvel-melik'ül-cebbar, sübhan'el-müntakimü min adaihi, sübhan'el-mu'ti limen yeşaü, sübhane men leyse kemislihi şey'ün.