- Kıyametin zuhuru vakti geldiği zaman, o melek gecenin üçte birinde nida etmek ister. Ama Yüce Hak'tan şu izzet hitabı gelir:
- Ey melek kullarımı uyandırma.
Böylece ötmekten nehyedilir. Bu durumda o melek ve bütün sema melekleri kıyamet kopmasının vakti geldiğini anlarlar. Hep birden ağlaşmaya başlarlar.
O gecenin uzunluğu üç gün üç gece kadardır.
O gece horozlar ötmez ve köpekler havlamazlar. İnsanlar, tam bir gaflet içinde üç gün üç gece yatar kalırlar. Ancak, daima teheccüd namazına kalkanlar kalkar; teheccüd namazlarını kılarlar.
- Sabah olmadı; acaba erken mi kalktık?
Bunlar, teheccüd kılmayanları kaldırmak için, çok çalışıp çabalarlar; ama onları uyandırmak hiç bir yoldan mümkün olmaz. Hiç kaldıramazlar. Bunun üzerine kendileri camilere gider, orada toplanırlar. Günahlarına tövbe eder; bağışlanmalarını dilerler. Hep gözyaşı dökerler. Ta, o üç gün, üç gece geçinceye kadar. Hep tazarruda, niyazda ve ağlamakta olurlar.
Bu süre dolup sabah olduğu zaman, güneş mağripten doğar; tevbe kapıları kapanır.
Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- Bundan sonra, bir deryaya vardım. Sütten beyaz; insan menisi gibi yoğundu. İçinde bulunan acaip görülmemiş şeyleri anlatmak mümkün değildir. Onların haddi hesabı yoktu.
Cebrail'e sordum:
- Bu ne deryasıdır?
Diye. Bana şöyle anlattı:
- Bu deryaya:
-Hayat Denizi.
Derler. Kıyamet kopup yaratılmışların cümlesi helâk olduktan sonra, Yüce Hak mahlukunu kabirden kaldırıp onlara mükâfat veya ceza murad ettiği zaman, ferman buyurur; bu deryadan yeryüzüne yağmur yağar. Buradan, yeryüzüne kırk arşın kadar su iner. Çürüyüp toprak olan tenler, kemikler, sinirler ve kıllar meydana gelir. Bu su, o toprağa dokunduğu zaman, neden toprak olduysa derhal eski haline döner. Dağılanlar, böylece bir yere toplanacaklardır. Bütün bu olacaklar, bu derya vasıtası ile olacakdır.
Bundan sonra Cebrail ezan ve kamet oku. Bulunduğum sema ehline imam olup iki rekat namaz kıldım.
İ K İ N C İ S E M A
Bundan sonra ikinci kat semaya çıktım. Onu sübhan olan Yüce Hak, kırmızı mercandan yaratmış. Bu semanın adına :
- Kaydum.
Derler. Bu sema kapısının adına:
- Mihail.
Derler. Bu semayı gayet nurlu ve şaşaalı gördüm. O kadar ki, bakınca gözler kamaşır.
Bu semanın kapısı inciden, kilidi nurdandır.
Cebrail bu semanın kapısını vurdu; açılmasını istedi. Oranın kapıcısı Mihail sordu:
- Kapının açılmasını isteyen kimdir?
-Cebrail'im.
Deyince. Tekrar sordu:
-Yanında ki kimdir?
- Muhammed'dir.
Diye Cebrail cevap verdi; oranın kapıcısı tekrar sordu:
- Ona peygamberlik verildi mi?
- Evet verildi.
Cevabını aldıktan sonra tekrar sordu:
- Onun buraya gelmesi için, bir davet ve talep vaki oldu mu?
Cebrail bunun için şöyle dedi:
- Evet davet ve talep vaki oldu.
Bundan sonra o semanın kapıcı meleği şöyle dedi:
- Hoş geldin; ne güzel gelici geldi.
Ve. Kapıyı açtı.
İçeri girdim: oranın kapıcısı Mihail'i gördüm. Hizmetinde iki yüz bin melek vardı. O meleklerin de, her birinin ikişer yüz bin melek hadimi (hizmetçisi) vardı.
- Selâm verdim; tazimle selâmımı aldı. Yüce Hak'tan türlü ikramların müjdesini bana verdi. Bunların okuduğu tesbih duası şuydu:
- Yüce Allah sübhandır; Allah'a hamd olsun; Allah'tan başka ilâh yoktur; Yüce Allah büyüklerin en büyüğüdür.
Bunları geçtikten sonra, bir takım meleklere eriştim. Saflar tutup tam huşu, huzu, ile rükûa varmışlardı. Öylece rukûda duruyorlardı. Bunların tesbihleri şuydu:
- Geniş tasarruf sahibi Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. Ki o: Gözleri görür. Gözlerin idrak edemiyeceği Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Alabildiğine büyük, olabildiği kadar bilen Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Cebrail'e sordum:
- Bunlar ne zamandan beri rükû ederler?
Şöyle anlattı:
- Yaratıldıktan bu yana, bunlar hep rükûdadır. Taa, kıyamete kadar başlarını kaldırmadan, böyle rüku halinde tesbih okurlar. Yüce Hak'tan niyaz eyle; bu ibadeti de senin ümmetine nasip etsin.
Ben de, tazarru ve niyaz eyledim; namazda ümmetime rükû ihsan olundu.
Bunları geçtikten sonra, iki genç gördüm.
- Bunlar kimlerdir?
Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:
- Bunlar Yahya ve İsa a.s. peygamberlerdir. Bunlar, birbirlerinin teyze çocuklarıdır.
Onlara selâm verdim. Onlarda selâmımı tazimle aldılar ve:
- Merhabe, hoşgeldin ey salih peygamber, salih kardeş.
Diyerek musafaha eylediler. Sonra beni, Yüce ve Mukaddes olan Allah-ü Taâlâ'dan ihsan edilen çok çeşitli ikramlarla müjdelediler.
İsa a.s. şu tesbihi okuyordu:
- Rahmeti ve ihsanı bol olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattıklarını maddesiz ve örneksiz yaratan, sonra onları öldürüp eski hallerine döndüren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. (1)
Bunları geçtikten sonra, gayet ulu bir melek gördüm. O meleğin yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü vardı. Her yüzünde de yetmiş bin ağzı vardı. Her ağzında da yetmiş bin didli vardı. Her dili de bir başka lisanla konuşuyordu; biri diğerine benzemiyordu. Yüce Hakka tesbih ediyordu. Onun tesbihi şuydu:
- Yüce yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Allah'ı hamdle tesbih ederim. Azim Allah, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum. (2)
- Bu kimdir?
Dedim. Cebrail bana şöyle anlattı:
- Bu melek rızık işlerine tevkil edilmiştir. Adı: Kasım'dır. Herkesin rızkını, günü gününe sahibine ulaştırır. Takdir ve tayin olunandan eksik veya fazla olmaz.
Bir rivayette şöyle anlatıldı:
- Bir kimsenin geçimi daraldığı zaman; sabah namazının sünneti ile farzı arasında bu meleğin tesbihinin son cümlesinin olan:
- Yüce Allah'ı hamde tesbih ederim. Azim Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamdolsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum. (3)
Tesbihini (Arapça) yüz kere okursa, Yüce Hak, okuyanın geçimini kolay, rızkını bol eyler.
Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- O meleği geçtikten sonra, büyük, acaip ulu bir melek gördüm. Nurdan bir kürsü üzerine oturmuştu. Gamlı ve sukût duruyordu.
Oturduğu kürsünün dört köşesi vardı. Her köşesinde yedi yüz bin altından ve gümüşten payeleri vardı. Çevresinde o denli melekler vardı ki, sayılarını, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'tan başkası bilmez.
Sağında yetmiş bin saf saf, gayet nurani melekler duruyordu.Şekilleri de gayet karanlık idi. Suretleri simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri ve kokuları çirkindi. Tesbih ettikleri zaman, ağızlarından ateş saçılıyordu. Önlerinde ateşten süngüler ve sopalar vardı. Öyle gözleri vardı ki, bakmaya takat kalmaz.
Taht üzerinde oturan meleğin başından ayağına değin gözleri vardı ki, zühre ve merih yıldızları gibi parlıyordu. Kanatları da vardı. Elinde bir sahife, önünde de bir levh (tahta, levha) vardı; daima o levhe bakıyordu; bir an bile gözünü ondan ayırmıyordu.
Önünde bir ağaç vardı; yapraklarının sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir. Her yaprakta bir kimsenin adı yazılmıştır.
Yine önünde leğene benzer bir şey vardı. Bazan sağ eli ile ondan bir şey alıyor; sağ yanında duran nurlu ve tatlı meleklere teslim ediyordu. Bazan da sol eli ile ondan bir şey alarak sol yanında duran kapkara meleklere veriyordu. Bu meleğe baktığım zaman kalbime bir korku düştü. Vücudum titrer oldu. Bana bir zaaf ve çöküklük geldi.
- Bu nedir?
Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:
- Bu ölüm meleğidir. İsmi: Azrail'dir. Bunu görmeğe hiç kimse cesaret edemez. Lezzetleri kesen, toplulukları dağıtandır.
Sonra gidip şöyle dedi:
- Ey Azrail, bu gelen âhir zaman peygamberidir. Rahman Allah'ın habibidir. Onunla konuş.
Onun bu sözü üzerine, Azrail başını kaldırdı; tebessüm eyledi.
Cebrail ona yaklaştı; selam verdi. Bende onun yanına gittim; selam verdim. Selamımı aldı; Banak çokça tazim eyledi. Sonra şöyle dedi:
- Sana merhaba. Yüce Hak senden daha keremli bir kimse yaratmadı. Ümmetini dahi, Yüce Hak, ümmetlerin en keremlisi yarattı. Ben, senin ümmetlerine, babalarından ve analarından daha merhametli ve daha şefkatliyim.
Onun bu sözlerine karşılık şöyle dedim:
-Gönlümü hoş eyledin; kalbimi gamdan kurtardın. Ama kalbimde bir şey kaldı. Seni gamlı ve mahzun gördüm; sebebi nedir?
Şöyle anlattı:
- Ya Resulellah, Yüce Hak, beni bu hizmete tayin buyurduğu zamandan beri korkarım. Sebebi: Uhdesinden gelemem; cevap vermeye gücüm yetmez. Bunun için korkulu ve gamlıyım.
Sordum:
- Bu leğene benzeyen şey nedir?
Şöyle dedi:
- Bu dünyanın tamamıdır. Meşrıktan mağrıbe, kaftan kafa varıncaya kadar hepsi yanımda bu leğen kadardır. Nasıl istersem öyle tasarruf ederim.
Tekrar sordum:
-Bu baktığınız levh nedir?
Şöyle dedi:
- Levh-ü mahfuzdur. (olmuş ve olacak her şeyin yazıldığı manevi levha) Bir sene içinde eceli gelenlerin defterleridir. Melekler onu yazıp bana verirler. İşte o defterdir.
- Ya bu sahife nedir?
Diye sorunca da anlattı:
- Ruhları alınacakların, vakit saatlerini bildiren defterdir.
- Ya bu ağaç nedir?
Dedim; şöyle anlattı:
- Dünyada hayatta olanların ömürlerinin ağacıdır. Bir adam doğduğu zaman, bundan bir yaprak çıkar. Her yaprağın üzerinde sahibinin ismi yazılmıştır. Eceli yaklaştığı zaman, o yaprak sararır; bu levhde bulunan ismin üzerine düşer. O yaprağı meleklere veririm; götürür onun yemeğine katar yedirirler. Yiyince Allah'ın izniyle hastalık arız olur; hastalanır. Vadesi tamam olunca, defterde olan ismi silinir. Bende elimi uzatıp ruhunu kabz ederim; ister mağripte, isterse meşrikta olsun. Eğer saadet ehli ise, sağımda duran meleklere veririrm. Bunlar, rahmet melekleridir. O ruhu bunlara teslim ederim. Şayet o ruhunu kabz ettiğim şekavet (kötülük içinde olmak) ehli ise, solumda bulunan meleklere teslim ederim. Bunlar azap melekleridir. -Şekavetten Allah'a sığınırız-
- Bunlar ne kadar melektir?
Diye sordum; şöyle anlattı:
- Bunların sayısını bilmem. Ama ne vakit, bir kimsenin ruhunu kabzetsem; altı yüz tane rahmet, altı yüz tane de azap meleği hazır olur. O ruh, hangi taifeye verilir? Ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez. Taa, kıyamete kadar böylee olacaktır.
Bundan sonra tekrar sordum:
- Ey ölüm meleği, herkesin ruhunu sen mi alırsın?
Şöyle anlattı:
- Yaratıldıktan bu yana; yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin melek hizmet eder. Her birinin eli altında da yetmiş bin melek var. Bir kimsenin ruhunu almak istediğim zaman, onlara emrederim. Onlar gidip onun ruhunu boğazına getirirler. Bundan sonra elimi uzatıp onun ruhunu alırım.
Tekrar sordum:
- İstediğim odur ki, ümmetim zaiftir. Onları mülayim bir şekilde, şefkatle tutasın.
Şöyle dedi:
- Yüce Allah'ın izzeti ve celâli hakkına; ki o sizi hatem'ül-enbiya kıldı; bana bizzat o Yüce Yaratıcı gece ve gündüz yetmiş kere hitab edip şöyle buyurur:
- Muhammed ümmetinin ruhlarını kolaylıkla, sühuletle al; onların işlerini lütufla gör.
Şüphesiz ben, ümmetinize, analarından ve babalarından daha şefkatle tutkunum.
Bundan sonra Cebrail ezan ve kamet okudu; imam olup iki rekat namaz kıldım.
Yani: İkinci sema ehli ile.
(1) Sübhan'el-hanna'il-mennan. Sübhan'el-ebediyy'ül-ebed. Sübhan'el-mübdi'ül-muid.
(2) Sübhan'el-halik'il-azim. Sübhan'el-azim'il-alim. Sübhannellahi ve bihamdihi. Sübhanellah'il- azimi ve bihamdihi estağfirullah.
(3) Sübhannellahi ve bihamdihi. Sübhanellah'il- azimi ve bihamdihi estağfirullah.
0 Comments
Yorum Gönder