mahmud hüdayi.jpg-Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri-kuranbahcesi.blogspot.com
Mahmud Hüdayi Hazretleri de; "Efendimize ne getirsem azdır. Fakat koparmak için el uzattığım her çiçek Allahü Teala'yı tesbih ediyordu. Bu tesbihi işiterek elimi çekerek hiç birini koparamadım. Ancak, kurumuş ve sapının kırılmış olmasından dolayı bu çiçeği tesbihten kesilmiş gördüm. Bu sebeple bunu getirebildim." Aziz Mahmud Hüdayi, bu cevabıyla şeyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccühünü kazandı. Çünkü; Üftade Hazretleri Hüdayi'ye her zaman; " Evladım her zerrede Hakk'ı göreceksin, her zerreye Hak muamelesi yapacaksın, başka yolu yok, bu böyledir. " derdi. Sevinci de talebesinin bu mertebeye ulaşmasından geliyordu.

Nitekim bir sabah Hüdayi Hazretlerinin nihayete erdiğini, halkı irşada ve doğru yolu göstermeye başlayacağının işaretini verdi. Hüdayi Hazretleri her sabah erkenden kalkarak hocasının abdest suyunu ısıtıp hazır ederdi. O sabah ise uykuya dalmış ve ancak son vakitte uyanabilmişti. Derhal ibriği aldı, fakat ısıtmaya vakti yoktu. Çünkü hocasının ayak seslerini işitiyordu. İbriği göğsüne bastırmış bir halde kalakaldı. Üftade Hazretleri eğilerek; "Haydi evladım suyu dök." dedi. Hüdayi Hazretleri ise ibriği göğsüne bastırmış halde duruyor ve buz gibi suyu hocasının eline dökmeye kıyamıyordu. Üftade Hazretleri tekrar; "Haydi evladım. Ne duruyorsun, geç kalacağız." deyince, çekine çekine ve korkarak suyu dökmeye başladı. Ancak hocasının sözü onu bir kat daha şaşırttı. "Evladım Mahmud bu su ne kadar ısınmış böyle. Bunu normal ateş ile ısıtmayıp, gönül ateşi ile ısıtmışsin. Bu hal artık senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor. "

Böylece Muhammed Üftade Hazretleri, Hüdayi'ye icazet verdi ve onu çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'a islamiyeti yaymak, emi,r ve yasaklarını bildirmek üzere gönderdi. Aziz Mahmud Hüdayi ailesi ile birlikte Sivrihisar'a giderek hizmete başladı. Ancak, burada altı ay kalabildi. Hocasının ayrılığına dayanamayarak  tekrar Bursa'ya geldi. Bursa'ya geldiğinde doksan yaşından fazla olan hocasının hizmetini görmeye başladı. Bu hizmetlerinden çok memnun olan Üftade; "Oğlum! Padişahlar ardınca yürüsün." diye dua etti. O sene Üftade Hazretleri vefat etti.

Aziz Mahmud Hüdayi manevi bir işaretle Trakya'ya gitti. Bir müddet sonra da Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi vasıtasıyla İstanbul'a geldi. Küçük Ayasofya Camii tekkesinde hocalık yapmaya başladı. Bu arada da, Fatih Camii'nde talebelere tefsir, fıkıh ve hadis dersleri verdi. Burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edindi. Bu arada, Üsküdar'da kendi dergâhının bulunduğu yeri satın alarak burada, dergâhını inşa eyledi. Dergâhında yüzlerce talebesinin yetişmesi için uğraştı. Kısa zamanda namı her tarafta duyuldu. Akın akın talebeler dergâhına koştular. Hasta kalplerine şifa olan sohbetlerine kavuştular. Dergâh, en fakirinden en zenginine ve en üst kademedeki devlet ricaline kadar her tabakadan insanlar ile dolup taşıyordu. Devrin padişahları da ona hürmette kusur etmiyordu. Üçüncü Murad Han, Üçüncü Mehmed Han, Birinci Ahmet Han, İkinci Osman Han ve Dördüncü Murad Han'a saltanat kılıcını kuşattı.

1595 yılında İran'lılarla yapılan Tebriz seferine Ferhat Paşa ile beraber katıldı. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak saraya gidip, onlarla sohbetlerde bulundu. Üsküdar İskelesinde ki Mihrimah Sultan Camii ile Sultanahmet Camii'nde belli günlerde vaaz  vererek, insanlara feyz ve marifet sundu. 

Aziz Mahmud Hüdayi'nin talebesi olmakla şereflenmek için, herkes birbiriyle yarışıyordu. Bunların başında; Sadrazam Halil Paşa, Dilâver Paşa, Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi,  Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi, Okçuzade Mehmed Efendi, ve İbrahim Efendi geliyordu.  O zamanda Hüdayi Dergâhı, İstanbul'un en mühim bir kültür merkezi haline geldi. Pek çok alim yetişti.  

Osmanlı tahtında yirmi yıl kadar saltanat süren Üçüncü Murad Han, Hüdayi Hazretlerine büyük muhabbet besler, yapacağı işlerde onun ile istişare yapardı. 

Üçüncü Murad Han'ın yerine geçen Üçüncü Mehmed Han ve ondan sonra tahta çıkan Birinci Ahmed Han da Şeyh Hüdayi Hazretlerine büyük bir saygı ile bağlı idiler.

Bir gün Sultan Birinci Ahmet Han rüyasında; Avusturya Kralı ile güreş tuttuğunu, fakat kendisinin arka üstü yere düştüğünü görmüştü. Sabahleyin derhal huzura getirilen alimler ve rüya tabircilerinden hiçbiri bu rüyayı, Padişahı tatmin edecek şekilde tabir edemedi. Nihayet Üsküdar'da bulunan Aziz Mahmud Hüdayi'nin, bu rüyayı tabir edebileceğini arz ettiler. Padişah Birinci Ahmed, bir mektup yazarak yakınlarından biriyle gönderdi ve tabir edilmesini rica etti. Haberci Azizi Mahmud Hüdayi'nin kapısını çaldığında, onun elinde bir zarfla kapıya çıktığını  gördü. Habercinin getirdiği mektubu alırken, kendi elinde ki mektubu da Padişaha verilmek üzere verdi ve; "Sultanımızın gönderdiği mektubun cevabıdır." buyurdu.  Mektubu şaşkınlık içinde alan haberci, derhal mektubu sultana götürdü ve gördüklerini anlattı. Sultan Ahmed Han, gönderilen bu mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki: "Allahu Teala insan vücudunda arkayı, cansız mahluklarda ise toprağı, en kuvvetli olarak yarattı. İnsan ile toprağın birbirine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece; Padişahımızın arka üstü yere yatması  ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dolayısıyla, bu rüyadan İslamın temsilcisi olan Padişahımızın, küffara karşı zafer kazanacağı anlaşıldı." Padişah, bu tabiri pek beğendi ve; "İşte, gördüğüm rüyanın tabiri budur." dedi. Derhal Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine bin altın gönderdi. 

Diğer taraftan Aziz Mahmud Hüdayi'nin hanımı hamile olup, doğumu yaklaşmıştı. Fakir oldukları için doğacak çocuğunun ihtiyaçlarını alamamışlardı. Çünkü; Hüdayi Hazretleri kapısına gelen, kendisine el açan fakir ve ihtiyaç sahiplerine hiç düşünmeden nesi olsa verirdi. Bu sebeple çoğu kez evde yakacak mum bile bulamazlardı. Bu sebeple hanımı; "Bursa Kadılığını bıraktın, medrese hocalığını terk ettin. Elinde ki malını, mülkünü ona buna vererek harcadın. Dünyaya gelecek yavruya saracak bir bez parçası bile yok.  " diye yakınıyordu. 

Tam bu sırada kapı çalındı. Hüdayi Hazretleri kapıya doğru giderken hanımına da; "Hatun, Allahü Teala istediğin dünyalığı gönderdi." buyurdu. Kapıyı açtığında Sultan Ahmed Han'ın hediyelerini ve bir kese içinde gönderdiği bin altını alarak hanımına teslim etti. Ertesi gün de Padişah kendisi gelerek elini öptü ve talebesi olmakla şereflendi. 

Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdayi Hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabul etmeyerek iade etmişti. Padişah bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecid Sivasi'ye gönderdi. Onun kabul etmesi üzerine bir gün Padişah kendisine; "Bu hediyeyi Hüdayi'ye gönderdiğim halde kabul buyurmadılar." dedi. Abdülmecid Sivasi de; "Padişahım Hüdayi bir ankadır ki, lâşeye (murdar, ölmüş hayvan) tenezzül etmez." cevabını verdi.

Padişah birkaç gün sonra Hüdayi Hazretlerinin sohbetine gittiğinde; "Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecid Efendi kabul etti. " dedi. Bu söz üzerine Hüdayi Hazretleri de; "Sultanım. Şeyh Abdülmecid bir deryadır. Ona bir katre necaset düşmekle pislenmiş olmaz." diyerek zarifane bir cevap verdi.

Sultan Ahmed Han büyük bir cami yaptırmak istiyordu. Kararını verdi ve yerini tespit ettirdi. Temel atma merasimi için hocası Aziz Mahmud Hüdayi ve diğer alimleri davet etti. Kurbanlar kesildi. Temel atmak için ilk kazmayı, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri vurdu.  Padişah, yoruluncaya kadar temel kazdı. Böyle bir başlangıçtan yıllar sonra, cami yapıldı, açılışını yapmak ve Cuma hutbesini okumak üzere Aziz Mahmud Hüdayi davet edildi. Ancak, o gün beklenmedik bir şey oldu. Önce bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sonra fırtına ile beraber denizde dalgalar büyüdü, yükseldi ve şiddetlendi. Bu şartlar altında Üsküdar'dan Sarayburnu'na geçmek imkânsızlaşmıştı. Ne var ki Şeyh Hazretleri Hünkara söz vermişti. Bu sebeple Üsküdar İskelesi'ne geldi ve bir kayık kiralayarak içine atladı. O binince sadık talebeleri de bindiler. Böylece Şeyh Hazretleri yanında birkaç talebesiyle birlikte Sarayburnu'na doğru açıldı. Allahu Teala'nın izniyle, Mahmud Hüdayi Hazretlerinin himmetiyle kayığın ön, arka ve yanlarından bir kayık mesafesinde deniz süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu. Bu şekilde herkes korkudan denize çıkamazken, Aziz Mahmud Hüdayi kayığıyla selametle karşıya geçti. Üsküdar ile Sarayburnu arasında ki bu yola Hüdayi Yolu dendi ki, fırtınadan uzak, selametle gidilen  bir deniz yolu olduğu kabul edilir. 

Bu sırada Ahmed Han da, Fevkani Kasr-ı Hümayununda telaş ve üzüntü içerisinde Hüdayi Hazretlerini bekliyordu. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri tam köşkün yanına gelince, müthiş bir gümbürtü koptu. Kulakları sağır edecek bir biçimde patlayan gürültünün ardından düşen yıldırım, Kasr-ı Hümayunun bir yanını çökertti. Bina allak bulak olmuş; ne Padişah dışarı çıkabiliyor, ne de bir kimse içeri girip onu kurtarabiliyordu. Hüdayi Hazretleri telaşlanmadılar, kimsenin de telaşlanmasına fırsat vermediler. Hemen Kasr-ı Hümayunun çöken tarafına asâsını dayayıp binanın yıkılmasına engel oldu. Sonra Padişahı ve yanındakileri tek tek köşkten indirdiler. 

Bu sırada dayanak direkleri de getirilmiş ve çöken yana konulmuştu. Köşkteki son kişinin de inmesini müteakip gerekli tedbirlerin alındığını gören Hüdayi Hazretleri asâsını dayadığı yerden çektiler. O anda inanılmaz bir olay oldu. Küçük bir bastonun çektiği yüke direkler dayanamayıp çatır çatır kırıldı ve bina çöktü. 

Bu olayı gören herkes Hüdayi Hazretlerine daha fazla gönülden bağlandı. Artık yağan yağmur ve kopan fırtına kimsenin umurunda değildi. Büyük bir alayla Sultanahmed Camii'ne gelindi. Sonra cami, büyük mürşidin eli ve duası ile ibadete açıldı. 

Sultan Ahmed Han, bir gün bazı devlet erkânıyla gezmeye çıkmışlardı. Ormanlık bir yerde istirahat ederlerken hizmetçiler bir koyun kesip, kızartarak Padişaha ikram ettiler. Sultan Ahmed Han besmele çekerek elini ete uzattığı an, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri beliriverdi. Padişaha; "Sultanım!  Sakın yemeyiniz, o et zehirlidir. " buyurdu. Etten bir miktar kesip, orada ki bir köpeğe verdiklerinde, köpeğin derhal öldüğü görüldü.

Ahmet Han, vezirlerinden birini azletmiş, mührünü de Üsküdar tarafında oturan bir başka vezire göndermişti. Yolda mührü götüren haberci, bir deniz kazasına tutulduğu için mührü denize düşürdü. Mührün denize düştüğünü gören Padişah, Aziz Mahmud Hüdayi'ye durumu anlatınca, o da pöstekisinin altına elini uzatıp, suları damlamakta olan mührü Padişah'a teslim etti.

Sultan Ahmed Han, hocası Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini ziyarete gitmişti. Bir müddet sohbetten sonra atlarına binerek gezintiye çıktılar. Karacaahmed Mezarlığı'nın yanından geçerken Mahmud Hüdayi, Padişaha dönerek; "Sultanım! İster misiniz bugün size bir şey göstereyim? " diye sordu. Sultanın; "İsterim!" demesi üzerine, kabristanlığa dönerek; " Kalkınız! " dedi. Bu hitap üzerine bütün ölüler arpa başağı gibi kabirlerinin içinde dikiliverdiler. Padişah bu hali gördükten sonra, Mahmud Hüdayi; "Dönünüz!" emrini verince, kabir ehli yine eski hallerine döndüler.                                                                                                                  

                                                                                                                 Devamı Var....