miraç.jpg-Miraç Hadisesi- Detaylı Anlatım-kuran bahcesi.blogspot.com- Ya Rabbiİbrahim'i kendine halil eyledin. Musa ile, vasıtasız kelâm eyledin. Davut'a büyük bir mülk verdin; demiri onun elinde mum gibi erittin, yumuşattın, dağları taşları ve kuşları onun emrine verdin. Onunla beraber tesbih eder oldular. İdris'i yüce mekâna yükselttin. Süleyman'a öyle büyük bir mülk verdin ki, o mülk kendisinden sonra hiç kimseye lâyık ve münasip olmaz. Ona, insanları, cinleri, şeytanları, vahşi hayvanları, kuşları, rüzgârı itaatkâr eyledin. Keza ona kuşların ve hayvanların dillerini bildirdin. İsa'ya Tevrat'ı ve İncil'i öğrettin. Onun duası ile gözsüzlere göz, dertlilere derman, hastalara şifa ihsan eyledin; ölüleri dirilttin; kendisini ve anasını şeytanın şerrinden emin kılıp korudun. Bunlara mukabil olarak bana ne ihsan eylersin?
Yüce Hak, azamet ve celâli ile şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, seni kendime habib ettim; İbrahim'i halil ettiğim gibi. Allah'ın habibi halilden daha faziletlidir.
Seni hem cemalimle müşerref ettim; hem de vasıtasız söyleştim; Musa ile söyleştiğim gibi.

 

Sana Fatiha suresini ve Bakara suresinin sonunu verdim; bu ikisi benim Arş'ımın hazinelerindendi. Senden evvel gelen peygamberlere vermedim; sana ve senin ümmetine verdim.
Seni yer ehlinin cümlesine; cinnine, insanına, beyazına, siyahına hemen hepsine resul peygamber gönderdim. Senden evvel hiç bir peygamberi bu şekilde cümleye peygamber göndermedim.
Yerin cümlesini ümmetine temizleyici kıldım. Su bulduğunuz ve takatınız yettiği kadar abdes alınız; gusül ediniz. Su bulamazsanız, yahut takatınız yetmezse, guslün ve abdestin yerine teyemmüm ederek temizlenin.
Bütün yeri mescid kıldım; nerede bulunursanız, namazınızı kılın, ibadetinizi yapın.
Düşmandan aldığınız ganimet mallarını sana ve ümmetine helâl eyledim; kullanın. Bunu evvel gelen hiç bir peygambere ve ümmetine helâl etmedim.Seninle düşman arasında bir aylık yol varken, o düşmanların kalbine korku koymak sureti ile sana yardım eyledim.
Sana dilediğine şefaat izni verdim.
Cümle kitapların seyyidi ve ulusu olan Kur'an-ı Azimüşşan'ı sana inzal eyledim.
Senin sineni yardım; senden günahı giderdim.
Senin zikrini yükselttim; ben her nerede anılsam, sen de benimle beraber anılırsın.
Seni yetim bulup korudum ve terbiye etmedim mi?
Sen yolu kaybettiğinde sana yolu buldurmadım mı?
Seni muhtaç bulduğumda, zengin etmedim mi?
Allah-ü Taâlâ bana böyle buyurdukça ben şöyle diyordum:
- Evet ya Rabbi, bu büyük nimetlerin hepsi ile bana her vakit, ihsan, lütuf ve kerem eyledin.
Sonra, Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Ümmetin arasında bir cemaat kıldım; onların kalpleri Kur'an'ın mahalli ve karargâhıdır. (Yani: Onun ezber edilmesini kolay ederim. Onlar da Kur'an'ı ezber edip cümlesini ezbere okurlar.) Senden evvel gelen peygamberlerin ümmetleri peygamberlerine gelen kitabı ezber edemezlerdi; bu nimeti ancak senin ümmetine ihsan eyledim. Senin ümmetini cümle ümmetlerden hayırlı kıldım. Senin ümmetini orta ümmet, âdil ümmet kıldım.
Seni cümleden evvel yarattım. Peygamber gönderilmekte, cümlenin sonuncusu kıldım.
Seni cümle mahlukata fatih, cümle embiyaya hatim kıldım.
Sana Kevser havuzunu verdim; sana sehimler (hissedar kılma) ihsan eyledim. Ki bu sehimler sekiz tanedir. Şunlardır: İslam, hicret, cihad, namaz kılmak, zekât vermek, ramazan orucu tutmak, emr-i maruf, nehy-i münker.
Bundan sonra şöyle sordum:
Ya Rabbi, cümle mahlukatı geçtikten sonra bana bir vahşet geldi. O zaman,
Ebu Bekir'in şivesi ve onun sesi gibi bir sesle şöyle denildi:
- Ya Muhammed dur. Rabbın namaz kılıyor.
Bunu işitince iki şeye hayret ettim. Biri şu ki: Ebu Bekir beni geçip daha evvel mi geldi? İkincisi şudur ki: Benim Rabbımın namaza ihtiyacı yoktur. O halde:
- Namaz kılıyor.
Cümlesinden murad nedir?
Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
Benim bir kimseye salât (namaz kılma) etmeye ihtiyacım yoktur. Sana inzal eylediğim kelâmımda gelen :
- O, size salât eder; keza melekleri de. Ta ki, sizi zulmetten nura çıkara. Müminlere karşı merhamet sahibidir. (33/43)
Âyeti oku. O kelâmımdan anlarsın ki, benden olan salâttan murad: Sana ve ümmetine rahmettir.
Ya MuhammedEbu Bekir'in durumuna gelince; şudur: Kardeşin Musa peygamberin daima ünsiyeti (arkadaşı) asası idi. Bunun için Tur dağında münacaatı sırasında kendisine dehşet anı arız olunca, ona hitap edip:
- Elinde ki nedir ya Musa?
Dedim; Musa bana şöyle dedi:
- Asamdır.
Bu asanın adını anınca, vahşeti ve dehşeti, münacaatın heybeti zail (kaybolma) oldu. Bu vaziyette sen de Musa gibisin ya Muhammed. Senin ünsiyetin (arkadaşın) dünyada ve ahirette Ebu Bekir iledir. Sana dehşet ve vahşet geldiği zaman, Ebu Bekir suretinde bir melek yarattık. Onun şivesi, sesi ile sana nida ettirdik. Ta ki, onun sesini işittiğin zaman onunla ünsiyet edesin. Vahşetin ve dehşetin tamamen gide. Vahyin azameti, ilahi heybet dilediğini istemekten seni almaya. Hatta o ünsiyetin sebebi ile, konuşmaya liyakât hasıl ola; dehşetin tamamı gide.
Ben azametimle zatımı acizlikten ve tüm noksanlardan tenzih ederim. Rahmetim gazabımı geçti. (Yani: Rahmet nişanlarım, gazap nişanlarımdan çoktur.) Dilediğini söyle, tüm hacetlerini ve muradını arz eyle.
Bundan sonra Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Hani Cebrail'in sana arzettiği haceti?
Şöyle dedim:
- Ya Rabbi, sen bilirsin; söylemeye hacet yok. Kerem ve ihsan senindir.
Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Onun arzusunu kabul ettim; istediğini verdim. Kıyamet günü ümmetin sıratı geçmeyi istediği zaman, kanadını tutup kolaylıkla geçirsin. Ancak, seni ve senin ashabını seven ümmetini kolay geçirsin; bunun için izin verdim.
- Ya Rabbi, sen benden evvel gelen ümmetlere türlü azaplar eyledin. Bazısının üzerine taşlar yağdırdın; helâk eyledin. Bazılarını da suda boğdun. Bazılarını Cebrail'in sayhası (korkunç gürültü) ile helâk eyledin. Bazılarını yere geçirdin. Bazılarının üzerine ateşler yağdırıp helâk eyledin. Bazılarını şiddetli kasırga ile helâk eyledin. Bazılarının vücutlarını hınzır ve maymun şekline çevirdin; öyle helâk eyledin. Ya Rabbi, benim ümmetime benden sonra neler edeceksin?
Merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, âlemlerin Rabbi şanı büyük Yüce Zat azamet ve celâli ile şöyle buyurdu:
- Onların üzerine azap indirdim; ama senin ümmetine daima rahmet indirdim. Onları hınzır ve maymun şekline çevirdim; ama senin ümmetinin seyyiatını (günah) hasenata tebdil ederim. Onların fasıklarına tevbe ihsan eder; iyi hale çeviririm. Kötü huylardan kurtarır; iyi huylara sahip ederim. Onları anlayışsızlıktan halâs eder; hallerini ilim ve kemale çeviririm. Ümmetinden her kim bana tazarru (yalvarma) niyaz edip beni anarak:
- Ey Rabbim.
Derse. Şanı yüce ben:
- Lebbeyk kulum, ne istiyorsan söyle; yaratayım.
Derim. Ümmetin için sana şefaat izni veririm. Seni ümmetine şefaat edici kılarım. Cümle şefaatını kabul ederim.
Daha sonra şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, senin ümmetinin mallarını çoğaltmadım; ta ki hesapları uzun olmaya. Ümmetinin vücutlarını büyük yaratmadım; ta ki, dünyada yiyeceğe, içeceğe ve giyeceğe ihtiyaçları az ola. Ömürlerini uzun etmedim; ta ki, uzun ömre aldanıp kalpleri kararmaya. Birde, daima ölümü düşünüp ölümden sonrası için hazırlık göreler. Onlara ani ölüm vermedim; ölüm için hastalıkları sebep verdim. Ta ki, gaflete dalıp gittikleri sırada, ani ölüme uğramayalar. Hastalık geldiği zaman, günahlarına tevbe ederler, borçlarını öderler, kusurlarını ve eksikliklerini tamam ederler. Vasiyetlerini de yaparlar. Onları tüm ümmetlerden sonra dünyaya getirdim, ta ki kabirlerinde tutulup kalmaları az ola. Ancak ümmetler tamam oluncaya kadar duralar. Ümmet tamam olunca da, salınalar; cennet nimeti ile kereme nail olalar.
Sübhan olan Yüce Hak, bundan sonra şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, senin ümmetin bazen bana muti (boyun eğen) olur; bazan da asi olurlar.
Onların bana taatları rızamladır. Benim rızamla olan amellerini kabul ederim. İçinde bulunan kusurlarını da affedip bol ecir ihsan ederim. Ben Kerim'im; onlara keremimle muamele ederim. Onların isyanları benim kazamladır; o ezeli kazamla olduğu için, onların isyanlarını bağışlarım. Ben Rahim'im; onlara rahmetimle muamele ederim.
Sübhan olan Yüce Hak, bundan sonra şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, ümmetine söyle; Yüce Hak size şöyle buyurdu:
- Bir kimseyi, size in'am (nimet) ihsan, iyilik ettiğinden dolayı sevecekseniz, ben Azimüşşan cümleden daha fazla sevilmeye lâyıkım. Sizi yoktan var eyleyip bu şekilde latif cisim, güzel aza ve hesaba gelmeyen türlü türlü hesaba gelmeyen nimetlerimle kesintisiz size nimet  ve ihsan ederim. Bir an yoktur ki, o anda size yeni nimetlerim verilmeye. Şimdi beni cümleden ziyade sevip emrime itaat, fermanıma muti (boyun eğen) ve itaat eden olmalısınız.
Size tekrar şöyle buyurdu:
- Sema ve yer ehlinin birinden korkacaksanız korkulmaya ben Azimüşşan cümleden daha lâyıkım. Çünkü her şeye gücüm yeter. Azabım şiddetlidir. Hiç bir kimse kaçmak, saklanmak için, yahut kendisine bir başkası sahip çıkmak sureti ile benden kaçıp kurtulmaya güçlü değildir. Durum böyle olunca, daima benden çekinip aykırı hareketten sakının.
Yüce Hak size tekrar şöyle buyurdu:
- Bir kimseden bir şeyi isteyecekseniz, istenmeye ben cümleden daha lâyıkım. Çünkü, cümle hacetı kabul, cümle muradı ihsan eden ancak benim.
Size tekrar şöyle buyurdu:
- Bir kimseye cefa ettiğinizden dolayı utanıp haya edecekseniz, benden utanın. Çünkü, sizi yoktan var ettim. Bu ana kadar size çeşit çeşit nimetlerle ihsan ettim. Türlü belâlardan da halas ettim. Ben bunu yaparken, siz üstün emirlerimi terk edip yasak ettiklerimi işlersiniz. Durum böyle olunca, benden utanın; yasak ettiğim işlerden kaçının. Emirlerimi yerine getirin.     
 Size tekrar şöyle buyurdu:
 Bir kimseyi nefsiniz ve malınız için seçip tercih edecekseniz, seçilip tercih edilmeye ben cümleden daha layıkım. Çünkü, halikınız, razikınız ve mabudunuz ancak ben Azimüşşan'ım. Durum böyle olunca, malen ve bedenen daima bana kulluk ve ibadette olun.
İşte, bütün bunları sizin için:
- Ümmetine tebliğ et.
Diyerek bana emir buyurdu. Ayrıca Hak Taâlâ ümmetimden şikâyet etti. O şikâyet ettiği şeylerden birini şöyle anlattı:
- Ben onlardan peşin amel istemem; her ameli vakti vaktine isterim. Onlara gelince, rızıklarını benden peşin peşin isterler. Hatta nice yıllık rızıklarını ihsan etmiş iken, ona kanaat etmeyip onu yiyecek bitirecek kadar ömürleri olduğunu bilmezler. Hal böyle iken, yine dünyaya karşı haris olup:
- Geçinecek şeyim yoktur.
Diyerek sızlanır. Daha fazlasını talep eder. Acaba uçan kuşları görmez mi? Kışın bütün alemi kar bürümüş iken, sahrada yaşayan kuşlar sabah olunca, yuvasından kursağı boş olarak çıkar; akşam yuvasına döndüğü zaman kursağı doludur.  Ümmetin bunu görüp ibret almaz mı? Bütün çevre kar dolu ve hiç bir kara yer yok iken onlara rızıklarını veren bizim de rızkımızı ihsan eder, diye neden ümmetin rızıklarına olan kefilliğime itimat etmezler.
İkinci bir şikâyeti için de şöyle buyurdu:
- Ben, onların rızıklarını başkasına vermem; halbuki onlar başkasına amel işlerler. (Yani: Riyakârlık edip gösteriş yaparlar.)
Üçüncü şikâyeti için şöyle buyurdu:
- Onlar benim rızkımı yerler; benden başkasına şükür ederler.
Meselâ:- Bağımdan şu kadar üzüm hâsıl oldu; tarlamdan şu kadar mahsul hâsıl oldu; ticaretimden şu kadar kazanç elde ettim.
Derler. Halbuki, o üzümü bitiren, mahsulü veren, ticarette fayda ihsan eden benim. Niçin beni anıp:
- Bağımdan şu kadar üzüm, şu kadar mahsul, ticaretimden şu kadar fayda ihsan eden eyledi.
Demezler? Nedendir bu gafletleri, utanmazlar mı?
Dördüncü şikâyeti için şöyle buyurdu:
- Cümle izzet bendendir. Dünyada, kabirde ve ahirette cümle izzeti veren ben Azimüşşan'ım. Halbuki onlar izzeti başkasından isterler.
Yani:- Bir yüksek makam sahibi olaydım, malım çok olaydı.
Diyerek, izzeti maldan ve makamdan talep ederler. Halbuki onlar fanidir. Ölüm geldiği zaman, hiç biri ile bağlantı kalmaz. Böyle izzet mi olur? Onlar bana itaat etsinler, ben onları iki cihanda aziz ve muhterem ederim.
Beşinci şikâyet olarak şöyle buyurdu:
- Ben, cehennemi kafirler için yarattım. Halbuki onlar, daima kendilerini cehenneme atacak işleri yaparlar.
Bu şikâyeti üzerine şöyle dedim:
- Ya Rabbi, kelâmın haktır. Ümmetim bu buyurduklarının hepsini işlerler. Sen Azimüşşan ayıpları örten ve günahları bağışlayan Gani ve KerimRauf ve Rahim'sin. Sırf lütuf ve inayetinle onların suçlarını affet. Ayıplarını ört. Cürüm ve günahlarını fazlınla, ihsanınla bağışla. Geniş rahmetinle onları, çeşitli bahşiş, kerem, nimet ve lütuflarınla rahmetine nail edip cennetine ulaştır.
Bu niyazım üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, eğer ümmetin günah işlemez olsaydı; günah işlemez bir ümmet yaratırdım. Ta ki, onları af ve mağfiret edip affedip bağışlayıcı olduğumu aşikâr edeyim.
Ya Muhammed, sen benim habibimsin, kulumsun. Cümle mahluku senin için yarattım. Ümmetin günahları için rahmet denizimi hazırladım.
Ya Muhammed, sen üstün şanına, yüce makamına nazar eyle. eni cemalimle müşerref ve mükerrem eyledim. Vasıtasız olarak, seninle benim aramda tercüman olmadan seni kelâmımla mükerrem eyledim. Senin için makbul olanlar benim için de makbuldür. Senin için kabul edilmeyenler benim içinde kabul edilmeyendir.
Sonra şöyle buyurdu:
- Hakikat şu ki, sen cennete cümle enbiyadan evvel gireceksin. Sen cennete girmeyince, hiç bir peygamber giremez. Ümmetin ise, cümle ümmetlerden evvel cennete girecektir. Ümmetin cennete girmedikçe, hiç bir ümmet cennete giremez.
Sonra şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, sen cümle ümmetten ümidini kes; çünkü onların ellerinde bir şey yoktur. Daima sohbetin benimle olsun. Çünkü, dönüşün banadır. Kalbini dünyaya bağışlayıcı olma. Çünkü, ben seni dünya için yaratmadım.
Sonra şöyle buyurdu:
- Ya Muhammed, senin ümmetinden üç bölüğün bir bölüğünü sana bağışladım. Bel ki kalan bir bölüğünü de kıyamette bağışlarım. Ta ki, benim katımda, senin kadrin ve kıymetin mahşer günü cümle mahluka açık görüne.
Bundan sonra Yüce Hak bana nice büyük işlerin hükmünü verdi. Ama o işleri size haber vermeye izin vermedi.
Ümmetime bir gün ve bir gecede elli vakit namaz kılmak ve cenabetten sonra, yedi kere guslü etmek, elbiseye necaset bulaştığı zaman yedi kere yıkamak farz kılındı. Yüce Hak, bunları emir buyurduğu zaman, şöyle emretti:
- Bunları ümmetine benim namıma tebliğ et.
Ben, şöyle dedim:
- Ya Rabbi, her yoldan dönen, cemaatına bir hediye götürür; ümmetime bir hediye ihsan eyel, götüreyim.
Bunun üzerine Sübhan olan Yüce Hak şöyle buyurdu:
- Ümmetine hediyenin biri şudur: Onlar dünyada oldukları süre, onların yardımcısı benim. Belâlardan ve günahlardan korurum. Hayır işlere muvaffak ederim. Çeşitli nimetlerimi ihsan ederim. Dua ettikleri zaman, dualarını kabul edrim; korktuklarından kurtarır, muradlarını da ihsan ederim.
Ümmetine hediyenin biri de şudur: Ömürlerinin sonuna geldiği zaman, onların yardımcıları benim. Şeytanın şerrinden korurum. Cennetle müjdeler, orda ki makamlarını gösterirrim. Son nefeslerini vermeyi kolay ederim; âhirete iman selâmeti ile göçürürüm.
Ümmetine olan hediyenin bir de şudur: Onlar kabirlerine girdikleri zaman, yardımcıları ancak benim. Kabir karanlığından ve darlığından onları halâs ederim. Kabirlerini nurlandırır, geniş ederim. Münker Nekir'in suallerine cevap vermeyi kolay ederim. Kabirlerini de cennet bahçelerinden bir bahçe ederim.
Ümmetine olan hediyenin biri de şudur: Onlar kabirlerinden kalktıkları zaman, onların yardımcıları ancak benim. Yüz aklığı ile kaldırıp cennet giysileri giydiririm. Bineklerine bindirir; çevrelerinde ki meleklerle izzet ikram ederek mahşere getiririm. Mahşerin dehşetinden emin ederim. Senin sancağın altına koyar; havzından içiririm. Arşın gölgesi altında ağırladığım nebiler, resuller, sıddıklar, şehidler, salihler ile hemdem ve arkadaş ederim. Çeşitli cennet nimetleri ile nimete erdirdikten sonra, kitaplarını sağ ellerine ihsan ederim. Hesaplarını kolay, mizanlarını ağır ederim. Sıratı kolay ve selâmet ile geçirip fazilet lütuf ile üstün cennetime koyarım.

     Habib-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Muhammed S.A. hürmetine ihsan olunan bu hediyelerin cümlesi ile bizi mesrur eylesin.

         Amin! Ey âlemlerin Rabbi, ey merhemetlilerin merhametlisi.