Resulüllah S.A. efendimiz anlatmaya devam ediyor; şöyle buyurdu:
- O ağacın altında dört ırmak akıyordu; ikisi zâhir (görünen), ikisi de batındı (görünmeyen).
Cebrail şöyle dedi:
- O batın olan ırmaklar cennete gider. Zâhirdeki ırmaklar ise dünyaya gider ki, biri Fırat; diğeri de Nil nehridir.
Bir ırmak daha gördüm; etrafında yakuttan, inciden, zebercedden (zümrüt cinsinden) çadırlar kurmuşlardı. Ayrıca ırmak kenarında yeşil kuşlar gördüm; boyunları deve boynuna benziyordu. Cebrail şöyle dedi:
- Bu gördüğün Kevser ırmağıdır; Hak Taâla sana nasip etti.
Bu mana Kur'an'da şöyle anlatıldı:
- Biz sana Kevser ırmağını ihsan ettik. (108/1)
Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle buyurdu:
- Bu ırmak, yakuttan, zümrütten çakıl taşları üzerine akıyordu. Suyu sütten beyazdı.
Ondan bir bardak alıp içtim; baldan tatlı idi. Kokusu miskten daha latifti.
O ağacın altında, ayrıca bir çeşme akıyordu. Cebrail şöyle anlattı:
- Bunun adına:
- Selsebil derler.
Bundan iki ırmak peydah (ortaya çıkma) olur. Onlardan birine Kevser, diğerine de: Rahmet adını verirler. İkisi de cennet kapısının önünde akar.
Cennete girenler, Kevser'den içtikleri zaman, kalbe dair afet, kötü huy, düşük adetlerin cümlesinden temiz olurlar.
Ayrıca Rahmet kaynağından da yıkanırlar.
Erkeler yıkandığı zaman, Âdem'in cüssesinde, boyları altmış zira (Bir kolun dirseğinden orta parmak ucuna kadar uzunluk), enleri de yedi arşın (bir arşın 68 cm) olur. Otuz üçer yaşında, yeşil bıyıklı olurlar.
Hanımlar yıkandıkları zaman, on sekiz yaşında bakire kız olurlar. Kızlıkları hiç bozulmaz.
Böylece cennete girerler. Bir daha kocakarı olmak, yaşlı ihtiyar olmak yoktur.
İşte o suların başı budur.
Gördüm ki: Sidre'nin önünden saf saf olmuş melekler geçerler. Safları birbirine bitişmişti. O kadar uzamıştı ki: Bir baştan çok süratlı uçan kuş olsa, yüz yılda öbür başa varamazdı. Esen yelden daha hızlı gidiyorlardı. Birinin üzerinden ok atsan, okla beraber gider; ok onu geçemezdi. Bunları görünce Cebrail'e sordum:
- Bu melekler ne kadar çoktur; nereden gelir; nereye giderler? Ne zamandan beri böyle geçerler?
Cebrail şöyle anlattı:
-Yaratıldığım vakitten beri bunlar böyledir. Hiç kesilmeden geçerler. Nereden gelip nereye gittiklerini bilmem.
Kendi kendime:
- Bunlar ne kadar da çok!
Diye hayret ettiğimde, hemen Cebrail'e şu ayeti kerime vahyolundu:
- Rabbın askerlerini ancak kendisi bilir. (74/31)
Bana tebliğ etti.
Bundan sonra önüme üç kâse getirdiler. Birinde şarap, birinde bal, birinde de süt vardı. Ben sütü alıp içtim. Cebrail bana şöyle dedi:
İslam fıtratını seçtin. Ümmetin islam dininde sabit olurlar. Şarabı alsaydın, ümmetin azgın ve şaşkın olurdu.
Sidre'de bir melek gördüm; ondan büyük bir melek görmedim. Onun boyu, bin kere bin yıllık yol kadar uzundu.
O meleğin yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü vardı. Her yüzünde de yetmiş bin ağzı vardı. Her başında yetmiş bin kisvesi (beyaz üslük) vardı. Her kisvesine, bin kere bin inci asılmıştı. O inciler o kadar büyüktü ki, her incinin içinde bir deniz vardı; o denizde balıklar yüzerdi. O balıkların sırtlarına: LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RESULÜLLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime_i tevhidi yazılı idi.
O melek bir elini başına, bir elini de arkasına koyup tesbih okurdu. O tesbih okudukça, sesinin güzelliğinden arş harekete gelirdi.
Cebrail'e sordum:
- Bu melek kimdir?
Şöyle anlattı:
- Bu meleği Yüce Hak, Âdem'den A.S. iki bin sene evvel yarattı.
- Şimdiye kadar nerede idi? Onun meskeni nerededir?
Dedim. Şöyle anlattı:
- Cennette arşın sağında bir yer vardır; bu meleğin karargâhı idi. Oradan bu makam getirdiler.
Gittim; selam verdim. Kalkmak sureti ile tanzim edip selamımı aldı. Kanatlarını açtı; cümle yer ve gök onun kanatları ile örtülürdü.
Benim yüzümü öptü şöyle dedi:
- Sana müjde, keza ümmetine de. Yüce Hak, ümmetinin günahlarını af ve mağfiret etmek için onlara mübarek bir ay ihsan etti. Bu ay ramazaman-ı şerif ayıdır. O ayı bu gece sana ve ümmetine ihsan edecektir. Onun hürmetine ümmetin affolunur.
Ve ben, bu gece bu büyük müjdeyi sana tebliğ için buraya gönderildim.
Gördüm ki: Önünde iki sandık duruyor. Her birinin üzerinde nurdan kilidi vardı. O meleğe sordum:
- Bu sandıkların içinde ne vardır?
Diyerek. Şöyle anlattı:
- Bu sandıkların birinde, senin ümmetinden ramazan ayında oruç tutanlardan, taa ramazan ayı çıkana kadar cehennemden azad olanların, taa kıyamete kadar ramazan ayı içinde azad olanların azadlık beratları vardır.
Bir başka rivayette ise, o meleğin şöyle anlattığı söylenir:
- Ramazan ayında her gün iftar vaktinde Yüce Hak oruç tutanlardan altı yüz bin kulu cehennemden azad eder; taa, cumaya kadar böyle.
Cuma günü olduğu zaman, gece ve gündüz yirmi dört saatinın her saatinde altı yüz bin kulu cehennemden azad eder; taa, kadir gecesi oluncaya kadar.
Kadir gecesi olduğu zaman, ki o: Gecesi ve gündüzü ile yirmi dört saattir. Her saatinde ramazan_ı şerifin başlangıcından cuması ile beraber o geceye kadar, ne kadar kul azad olunduysa, o kadar kulu cehennemden azad eder.
Ramazanın son günü olduğu zaman, iftar zamanı, bütün ramazan ayında cuması ile, kadir gecesi ile beraber ne kadar kul azad eylemişse, o kadar kulu cehennemden azad eder.
İşte, tümden azad olanların beratları bundadır.
Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına geçelim:
- Bu sandığın diğerinde de şu vardır ki; kıyamet günü ümmetinden yetmiş bin kişiye hesapsız azapsız cennet ihsan olunacaktır. İşte, bunların beratları bu sandığın içindedir.
O yetmiş bin kişinin dahi her biri için, yetmiş bin kişi bağışlanacaktır. Bu bağışlananlar, akraba-i taalukatından (hısım akaraba), tanıdık dostlarından ve sair asi müslümanlardan yetmiş adam alıp hesapsız olarak cennet ikramına nail olacaklardır. Bütün bunların beratları bu sandıktadır.
Sana ve ümmetine T U B A'ya Resulellah.- T U B A.
Derken şu manayı anlatmak ister:
- Ya Resulellah, cennat-ı aliyat (yüksek cennet), içinde sayıya gelmeyen türlü türlü üstün nimetler, Tuba ağacının zavki (lezzetli, en güzel yiyecekler) senin ve ümmetin içindir.
Üstte anlatılan mana: Tuba, cennette bir ağacın ismi olduğuna göredir.
Amma, T U B A, lezzetli ve en güzel yiyeceklerin kapısıdır. Buna göre mana şöyle olur:
- Dünyada güzel hal, beğenilen bir geçim tarzı, hayırlı amelle geçen uzun ömür, ömür tamam olunca da iman nuru, kelime-i tevhid ile emaneti teslim etmek, kabirde Münker Nekir'in suali kolay olması, kabrin cennet bahçesi haline gelmesi, sonunda rahatlık, mahşer günü hamd sancağı altında ve büyük arşın gölgesinde türlü türlü nimetlere ermek, kitabı sağdan almak, hesabın kolay olması, ilk geçenlerle sırat köprüsünü geçmek, Allah'ın fazlı ile meccanen doğruca cennete girmek, orada lezzetlerin en azizi olan cemal müşahedesine ve Allah'ın cemalini müşahedeye nail olmak suretiyle merama kavuşmayı sana ve ümmetine müjdelerim.
Resulüllah S.A. şöyle buyurdu:
- Bundan sonra bir melek gördüm. Horoz suretinde idi; beyaz inciden yaratılmıştı.
Bu meleğin sağında yetmiş bin kanadı vardı; solunda da yetmiş bin kanadı vardı. Her kanadında da inciden yetmiş bin tüyü vardı. Yetmiş bin tüyü de yakuttandı. Yetmiş bin tüyü de kızıl altındandı. Yetmiş bin tüyü de gümüştendi. Yetmiş bin tüyü de misktendi. Yetmiş bin tüyü de kâfurdandı. Yetmiş bin tüyü de anberdendi. Yetmiş bin tüyü de zafirandandı.
Onun boyu arştan, yedi kat yerin dibine kadardı.
Onun her kanadında şu yazılmıştı:
- Rahman Rahim Allah'ın adı ile. Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür. Her şey helak olacaktır; Vahid Kahhar Allah'tan başka.
Her namaz vakti geldiği zaman; o melek başını kaldırır:
- Azim Allah'ın adı ile ona hamd olsun. (1)
Diyerek tesbihle meşgul olur. Onun tesbihi şuydu:
- Sübhansın Allah'ım. Şanın ne kadar yüce. (2)
Bundan sonra, kanatlarını birbirine vurur; onun bu vuruşundan acayip sesler çıkar.
Bu ses, cennete ulaştığı zaman, cennet ağacının dalları birbirine dokunur; cennetin yakuttan ve laalden (renkli taşlar) kubbelerine ulaşır. Oradan da latif sedalar çıkar. Bu sedadan huri, gılman ve vildan (erkek ve kadın hizmetçi) ayıkır; anlar ve:
- Ümmet-i Muhammed'in namaz ve ibadet vakti geldi.
Diyerek birbirlerine müjdelerler.
Bundan sonra o melek harekete geçer; Arş titrer.
Bunun üzerine Yüce Hak, o meleğe sorar:
- Neden titrersin?
Yüce Hakkın bu hitabına cevaben şöyle der:
- Ya Rabbi, Muhammed ümmeti namaza kalktı; halbuki üzerlerinde şu kadar günahları var. Onun için titrerim.
Yüce Hak şöyle buyurur:
- Ey melek, sen sakin ol. Benim rahmetim namaz kılanların üzerine vacib oldu. Şahit olun, ben onlara rahmetle nazar edip af ve mağfiret ettim. Onları cehennemden azad eyledim. Habibimin yüzü suyu hürmetine meva cennetini onlara nasip eyledim.
Böylece, Yüce Hak, lütüf ve kerimini beyan eder.
Burada Cebrail'i kendi suretinde gördüm.
Onun altıyüz kanadı vardır; türlü türlü cevahirden ve incidendir. O, altı yüz kanadından ikisini açtığı zaman, mağriple maşrıkı doldurur. O kanatlar türlü cevahirle bezenmiştir. Bir omuzundan, bir omuzuna kadar mesafeyi tez uçan kuş, beş yüz yılda alır.
Bazıları da bu mesafe için şöyle dedi:
- Yedi yüz yıllık yoldur.
Resullüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- Bundan sonra düz bir mekâna vardık. Oradan kalem-i alânın sesi işitiliyordu. Orada, Cebrail'e:
- İleri git.
Dedim. Cebrail bana şöyle dedi:
- Siz öne geçin. Zira, siz Allah'ın katında benden ve cümleden daha kerimsiniz.
Bunun üzerine ben öne geçtim; Cebrail ardımdan geldi.Altından bir hicaba (perde, örtü) vasıl olduk. Cebrail o hicabı tahrik etti; ardından bir ses geldi.
-Kimsin?
Cebrail şöyle dedi:
Cebrail'im; Muhammed benimledir.
İçerden o melek şöyle tekbir getirdi:
- Allah'ü Ekber, Allah'ü Ekber. (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür.)
Perde arkasından bir ses geldi:
- Kulum doğru söyledi; ben en büyüğüm, en büyüğüm.
O melek tekrar şöyle şehadet getirdi:
- Eşhedü en lâ ilâhe illalah. (Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur.)Yine nida geldi:
- Kulum doğru söyledi: benden başka ilâh yoktur.
Melek şehadetini tekrarladı:
- Eşhedü enne Muhammed'en Resullüllah. (Şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resulüdür. )
Yine nida geldi:
- Kulum doğru söyledi; Muhammed'i ben Resul olarak gönderdim.
Bundan sonra melek şöyle dedi:
- Hayye ales-salât. (Namaza gelin.) Hayye alel-felâh. (Felâha gelin.)
Şu nida geldi:
Kulum doğru söyledi; kullarımı bana ibadete çağırdı. Onları, ben kapıma davet etmiştim. Davetçiye icabet eden kurtulur; felâha kavuştururum.
Bundan sonra melek şöyle dedi:
- Allah'ü Ekber, Allah'ü Ekber. (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür.)
Yine nida geldi:
- Kulum doğru söyledi; ben en büyüğüm, en büyüğüm.
Melek şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilâh yoktur.
Şu nida geldi:
- Kulum doğru söyledi; ilâh yoktur, Allah ancak benim.
Bundan sonra şöyle bir nida işittim.
- Ya Muhammed, Allah evvellerin ve âhirlerin üzerine senin şerefini tamamladı.
Cibril'e sordum:
- Bu melek kimdir?
Diye. Şöyle anlattı:
- Allah-ü Azimüşşan'a kasem ederim ki, o: Seni Hak peygamber olarak gönderdi. Bu meleği görmedim. Ahvalini de bilmem. Şimdi siz göreceksiniz.
Sordum:
- Sen, bundan ileri gitmez misin? Dost dostunu yolda bırakır mı?
Şöyle dedi:
- Ya Resulellah, her meleğin bir makamı vardır; o makamı aşıp ileri geçemez. Eğer bir parmak ileri geçsem, Allah'ın celâlinden yanarım. Benim makamım Sidre-i Münteha'dır. Kesin olarak, bu ana kadar orayı geçmedim. Ancak, size ikram için izinliyim; buraya kadar getirdim. Bundan ileri gidemem.
Sordum:
-Yüce Hak'tan bir hacetin var mıdır ki, Yüce Yaratıcıdan dileyeyim.
Şöyle dedi:
- Yüce Hak'tan hacetim şudur ki, Rabbından dile: Ümmetine sıratı geçme fermanı verildiği zaman, bana izin ihsan eylesin; kanadımı sıratın üstüne yayayım. Onlara, sıratı selametle geçireyim.
Böyle dedikten sonra ayrıldı.
(1) Bismillah'il-azim ve bihamdihi.
(2) Sübhaneke ma a'zame şanüke.
0 Comments
Yorum Gönder